Dr. Ahmet Tacemen’den; Bulgar, Bulgartürkü, Bulgarslavı Etnonimleri ve Bulgarslavı Devletinin Kuruluşu Üzerine Etütler.

Bu tebliğ Sırp, Karadağ, Grek, Romen ve Bugarslavı devletleri kuruluşlarında katledilen milyonlarca masum Müslümanın ruhlarına ithaf edilir.

Bulgar, Bulgartürkü, Bulgarslavı Etnonimleri ve Bulgarslavı Devletinin Kuruluşu Üzerine Etütler

İngilizlerin, Fransızların, Almanların, İspanyolların, Portekizlerin, Vatikanın, Rusların, Mason Güruhunun; Türke karşı işledikleri en büyük suç; onun, Avrupa ırkından olmadığı, Orta Asyadan Malazgirt harbinden sonra (1070) geldiği yalanını, dünya kamuoyuna kabul ettirmeleridir. Oysa onların “Orta Asya” dedikleri yerlerde rastlanan, Runik yazılı abidelerin, daha eskilerine; Batı Avrupada, meselâ Fransada, araştırılmalarına yasak getirilen bölgelerde rastlanır. Onlara ilâveten, Batı Avrupada yapılan arkeolojik kazılarda meydana çıkarılan kültür tabakaları; Avarların, Bulgarların, Hunların, Alanların, Keltlerin, buraya ait olduklarını ispatlar. Diğer taraftan saydığım bu milletlerin dillerinde bulunan binlerce Türk kökenli söz, gözle görülürken ve buraya kadar söylediklerim her mütehassıs tarafından, adeta alfabe olarak bilinmesi lâzım gelirken, söylenmemektedirler. Türklerin Orta Asyadan, Malazgirt harbinden sonra geldikleri yalanının, Dünya kamuoyuna kabul ettirilmesi; Hrıstıyan âlemi tarafından, yaptırılan Türk soykırımlarının temelinde yatar.
Etütlerim, Avrupanın, bu Türk düşmanlığından ötürü, “Bulgar” etnonimi mevzuunda, teşekkül eden komplikasyonlara ışık tutma maksadıyla yazılıdırlar.

Mukaddime
Bugünkü Bulgartürkleri ne hale getirildilerse, getirilsinler; Kadim Tarihçi Herodotosun, “Targıtay” adlı Skit kralının soydaşlarıdırlar. Targıtayın soydaşları Skit Türkleri; Milâttan çok, ama çok evvelleri; Orta Tuna, Kuzey Karadeniz ve Güney Ural steplerinden; Karpatların ve Alplerin Kuzeybatısına göç ederler. Kimmerler bu gittikleri yerlerden, belki kırk beş, belki yirmi beş bin yıl evvel (O sıralarda Batı Yarı Küresine göçler olur); eski yurtlarına “Skitler” olarak, dönerler.
Skitler; Alplerin ve Karpatların kuzeyinden, Batı Avrupaya, Orta Tuna ve Kuzey Karadeniz havzalarına, Güney Urallara ve Sibiryaya uzanırlar; oralardan güneye, batıda Pirene yarımadasına, Kuzey Afrika kıyılarına; Doğu Avrupadan Balkanlara, Anadoluya, Suriyeye, Mısıra; yine Doğu Avrupadan, bu sefer Karpat dağlarının doğusundan, Kafkasların doğusundan, Hazar denizinin doğusundan Mezopotamyaya, Arap Yarımadasına; Sibiryadan, Altaylardan, Batı Hindistandan, Elama, Büyük Medya yaylalıklarına, inerler.
Skitler; Balkanlar, Ortatuna, Kuzey Karadeniz, Güney Urallar ve Sibiryanın yerli veya oktokton (avtohton) ahalisidir. Onlar; Basklar, Etrüskler, Pelazglar, Sümerler, Elamlar, Dravitler, Mundular ve Amerikadaki Kızılderililer gibi, Prototürktür. Bunlardan Anadoluda ve Balkanlardaki Pelazg boyları; “Hitit” diye anıldıktan sonra, Helenlerle beraber “Pers”; Roma devrinde “Romey”; İslâm dini devrinde de “Rum” olarak, anılırlar.
Aslında bugünkü Bulgaristanın bulunduğu topraklar; Kuzeybatı Avrupadan, Orta Sibiryaya uzanan Türk boylarının; batısından ve doğusundan güneye inişlerinde; doğuda Elam ve Sümer topraklarına, oradan Mısıra, Suriyeye, Anadoluya, Balkanlara, Kuzey Karadeniz havzasına çıkan Türk sirkülâsyonu üzerinde bulunması itibarıyla, on dokuzuncu asra kadar, Türk esaslarını korurlar. Burada Türke yabancı unsur, istense de barındırılamaz.
Milâttan sonra, altıncı asırdan itibaren Ortatuna Havzasında, Balkanlarda, Kuzey Karadeniz Havzasında; dalga dalga yayılan “Avar” adına rağmen; burada Türkler, yine “Bulgar” adlarıyla anılmağa başlarlar. Bulgar hakanlıkları; Doğu ve Batı Bulgar Devletleri olarak birleşirler. Aralarında hudut olarak, usulen Timok, Strimona, Serrhes hattı kabul edilebilir. Tarihte zaman zaman burasının doğusundaki ve batısındaki Bulgarlar arasında ittifaklar kurulduğu görülür. Bu ittifaklar uzun sürmeseler de, birbirlerine yakınlıklarını ve bu yerlerin Bulgarlıklarını, gösterir.
Bulgarlar, Balkanlarda Roma İmparatorluğu hükmünü kabul ettiklerinde, Anadoluda Perslerle olduğu gibi, “Romey” olarak, anılırlar. Musevilik, Hrıstıyanlık Avrupa halklarına, onlar üzerinden yayılır. İslâm dini de Endülüsten, İtalyaya kadar; Balkanlardan Alplere kadar, onların üzerlerinden yayılır. Ancak İslâm dininin yayılışı esnasında Bulgarlar, Hrıstıyanlığı yaydıkları esnada oldukları kadar, yoğun değildirler. Bunun için Avrupa, umum itibarıyla din değiştiremez, değiştirenler de, çok geçmeden eski dinlerine döndürülürler.
İslâm dininin, yedinci asırda yayılmasıyla; Anadoluda, Balkanlarda ve Ortatuna Havzasında Hrıstıyan Türkler; İslâm dinini kabul etmeye başladıklarında; Bulgar hakanlıkları, Müslüman olarak, yavaş yavaş Byzantion Koloni Sistemi hegemonyasından sıyrılırlar. Bundan sonra burada mevcut hakanlıklar, tedricen Anadoluda teşekkül eden Rum sultanlık, emirlik ve beyliklerine benzerler.
Balkanlardaki Romeyler, Müslüman olduklarında, aynen Anadoludaki Romeyler gibi, “Rum” olarak anılırlar, buraları da, “Rumeli” diye, anılmaya başlar. Rumeli, daha sonraları “Osmanlı” olarak, anılacak Anadolu Rum Sultanlığı ile birleşir. Bu esnada, Balkanlarda; Slavların ve Greklerin aralarında kalan Bulgarlar, onlardan müteessir kalır, Hrıstıyanlıklarında direnirler. Slavların ve Greklerin aralarında kalan Bulgarlar, Hrıstıyan dinlerinde direndikçe, kültürlerini, dillerini; Greke, Slava bırakıp, aralarında kaybolup giderler. Hrıstıyan olunca “Romey”, Müslüman olunca “Rum” diye anılan Bulgarlar; Osmanlı Devletinde “Osmanlı”, “Müslüman” veya “Ümmet” olarak kaybolurlar.
Osmanlı devleti, on yedinci asırdan sonraları, Batının ve Rusyanın karşısında güç kaybetmeye başlayınca; Hrıstıyan âlemi Osmanlı devletindeki Hrıstıyanları, Müslümanlara karşı kışkırtarak, on dokuzuncu asrın başlarından itibaren Sırp, Karadağ, Romen ve Grek unsurlarına devlet kuruverir. Hrıstıyan âlemi, bu devlet kurmayı bugünkü Bulgaristan topraklarında da gerçekleşmesi için, burada ötede beride rastlanan Hrıstıyan Slav-Türk karmalarına, “Bulgar” adı verir ve 1878 yılında, onlara, Bulgaristan devletini kuruverir.
Antiislâm ve Panmoskovist emellere alet edilen Slav-Türk karması olan “Bulgar” dediklerine; “Bulgar” oldukları kabul ettirilir ve şimdi Bulgaristanda “Türk” diye bilinen asıl Bulgarlara karşı, amansız soykırımı başlatılır.

Byzantion Koloni Sisteminin Çöküşünde Türkler ve Türke Yabancı Unsur
Byzantion Koloni Sisteminin çökmesine sebep; Romeylerin, yani Romaya ait Türklerin; İslâm dinine geçerek, “Rum” yani, Müslüman olmalarıdır. Yani “Bizans” dedikleri, Byzantion Koloni Sisteminin hazinesine dayanarak, Türkler arasından kiraladığı askerlerle; istismara tabî tuttuğu Hrıstıyan Romeyler, Türktür. Bu Romeyler, İslâm dinine geçerek “Rum” diye anılmaya başladıklarında, Byzantion Koloni Sistemi, istismar edeceği kolon kalmadığından, kendiliğinden, çökertilmeye hazır hale getirilir.
Byzantion Koloni Sistemiyle alâkalı “Grek” unsurunun anılması, yalnız ve yalnız Romeylerin “Grek” denilen yazıyı, Türkçeye tatbik etmesi; Koloni Sistemi idaresinin, resmi yazışmalarında Grek yazısını ve Grek dilini kullanmasındandır. Zaten bu zaman içinde Grek, Grek olmaktan çıkmış Mutant Grektir. Kadim Grek unsuru, Roma devrinde katledilmiş, kalan kılıç artıkları da; Traklara, Hunlara, Bulgarlara karışarak mutantlaşmış, esamisi okunmayan azınlık halindedir.
Byzantion Koloni Sisteminin çöküşüyle, daha sonraları “Osmanlı” diye anılacak Rum Sultanlığında esamileri bile okunmayan Grekler; Grekçeyi kullanan Byzantion Koloni Sistemi çökünce, bu imtiyazlarından yoksun kalırlar. Şimdi “Grekçe” denilen ve hiçbir şekilde kadim Grekçe olmayan dil, yalnız onların bulundukları yörelerde rastlanan kiliselerde kullanılır.
Kiliseler, ananevi olarak, kendilerine devam edenlerin dillerini kullanırlar; Romey kiliselerinde Türkçe; Grek kiliselerinde Grekçe; Slav kiliselerinde Slavca; Türk asıllı Ermeni kiliselerinde Türkçe kullanılır. Anadoluda ve Balkanlarda Rum Sultanlığı devri başlayınca, Greklerin ve Slavların aralarında kalan Romeyler; Greklerin ve Slavların Hrıstıyanlıklarında direnişlerinden etkilenerek, Hrıstıyan dinlerinde direnirler. Böyle hallerde Romeyler, zaten “Grekçe” denilen alfabeyle yazdıklarından, Grek kilisesine devam ederler; Hrıstıyanlıklarında direnen Slavların arasında kalan Romeyler de, onların kilisesine giderek, Greklerin ve Slavların nüfuslarını çoğaltırlar.
Hrıstıyan âlemi, Ehlisalip Seferlerinden beri, Grekler, Slavlar ve Ermeniler arasında kalan Hrıstıyan Türklerden faydalanmayı, her zaman fırsat bilir. Nihayet 19. asrın başlarında, Osmanlı devletine meydan okuyacak kadar güçlendiğinde; Osmanlı topraklarında Greklere, Slavlara, Ermenilere misyoner mektepleri açar. Bu mekteplere Grekler, Slavlar, Ermeniler arasında kalan, Hrıstıyanlklarında direnen Türkler de, devam ederler ve onlar da Grek, Slav, Ermeni şuuruyla yetiştirilirler.
Hrıstıyan Türklerin; Grekleştirilmeleri, Slavlaştırılmaları, Ermenileştirilmeleri; meşhur Yeniçeri ordularıyla alâkalı devşirilmeler dışında; ne Osmanlı ne de Cumhuriyet devrinde engellenir. Yeniçeri Orduları tarihinde devşirilmeler ise, yalnız Hrıstıyan Türkler aralarında yapılır. Kaide haline getirilen bu anlayıştan istisnalar çok nadir olur. Bu gerçek herkesçe, böyle bilinmelidir. Aksini iddia edenler, istisnalara dayanırlar ve art niyetlidirler. Onlar; yalnız din farkına ve yerleşim yerleri etnik yapısı tahminlerine dayanmaktadırlar. Sonra bütün bu ihtimaller, çok arsızca Türk ve İslâm dini düşmanlığı kılığına sokularak, Müslüman Türkün aleyhinde, propaganda vasıtası yapılır…
Cumhuriyet devrinde bile yüz binlerce Hrıstıyan Türk, kendi istekleri üzere, Grek Devletine bağışlanırlar. Öyle ki Gayrimüslim Türkleri, Osmanlı devletinin umursamadığı gibi, Laik Türkiye Cumhuriyeti de umursamaz, onlara sahip çıkmaz. Hrıstıyan Türklere, sahip çıkılmamasının diğer çarpık neticesi; İstanbul Fener Romey Patrikhanesinin, Greklere bağışlanması ve Grekler tarafından idare edilmesidir.
Fener Romey Patrikhanesi; adı İslâm, kendi İslâm (9. asır İstanbulun adı, “İslâmboldan” gelir) Müslümanların eline geçince, Hrıstıyanlıklarında direnmeye devam eden Romeyler için, yani Hrıstıyan Türkler için, muhafaza edilir. Patrikhanenin Greklere bağışlanması, bu tarihi gerçeğin halâ bilinmemesindendir. Patrikhanenin Greklere verilmesi, ülkede kalan bir zamanki Romeyler, yani Hrıstıyan Türkler için, büyük adaletsizliktir.
Türk devletlerinin hatalı siyasetleri neticesinde, kadim Türk topraklarında; Grek, Slav ve Ermeni nüfusu; Hrıstıyan Türkler hesabına çoğaltılır ve Hrıstıyan Âlemi, Siyonist Dünya ve Rusya; onlara, ezelî Türk topraklarında devletler kuruverir. Ayrıca Hrıstıyan Türklerce asırlar boyu beslenen Patrikhane, tarihimizi bilmediğimizden, Greklerin ellerine verilir…

Avrupada ve Balkanlarda Bulgarların Akıbetleri
Hrıstıyan âlemi on birinci asırdan itibaren, İslâm dininin ilerleyişinden korkarak, İslâm dinini ikrar edenlere karşı adaletsiz olur. Bu adaletsizlik o sıralarda Ehlisalip seferlerinde, daha sonraları da, Hrıstıyan âleminin, Osmanlı devletine karşı sergilediği münasebetlerde görülür. Hrıstıyan âleminin, bu siyasetine rağmen, 17. asra kadar, Ortatuna Havzasında, Balkanlarda, Kuzey Karadeniz Havzasında, hattâ Sibiryada Bulgar varlığından, bahsedilir. O zamanların içinde, Bulgarlardan, İtalyada, Fransada (Napoleon Bonaparte 1769-1821  Bulgar asıllıdır) Almanyada ve Avustuyada da, bahsedilir. Öyle ki eğer Roma İmparatorluğu, Avrupaya hâkim olabildiyse; Büyük İskenderin Makedonya Krallığı eğer Türkistana kadar varabildiyse; eğer Byzantion Koloni Sistemi bin yıl ayakta kalabildiyse, eğer Osmanlı Devleti üç kıtaya uzanabildiyse; bunu, onlar yalnız ve yalnız Bulgartürklerine borçludurlar…
Roma İmparatorluğu tabiiyetine geçmeleriyle “Romey” olarak anılmaya başlayan Bulgartürkleri; İslâm dinini kabul ederek, Anadolu Romeyleri gibi “Rum” olarak anılmaya başladıklarında, tarihleri değişir. Onlar Anadoluya ve Rumeliye uzanan Rum Sultanlığına katıldıklarında, evvelâ “Rum” sonra da, Rum Sultanlığı “Osman oğulları hanedanlığı” eline geçince; “Osmanlı”, “Müslüman” ve “Ümmet” olarak, anılmaya başlanırlar.
Bulgartürklerinden, hasbelkader Hrıstıyan kalanlar; Slavların ve Greklerin aralarında kalanlardır. Grekler; İslâm dinini getiren dile ve kültüre yabancı; Slavlar da Hrıstıyanlığı Bulgartürklerinden henüz kabul ettiklerinden, Hrıstıyan kalırlar. Onların aralarında kısılan Bulgarlar da, onlara bakarak; hem onlara, hem de Hrıstıyanlığa vefadan, direnirler. Hrıstıyanlıklarında direnmeleri Osmanlı hâkimiyetine girdiklerinde, daha da güçlenir…
Balkanlarda Bulgartürküne yabancı unsur; evvelâ Hrıstıyan kalan Bulgarlar hesabına, sonra da Osmanlının yürüttüğü harplere alınmadığından, çoğalır. Diğer taraftan Müslüman Bulgartürkleri; Endülüsten, Fastan – Şama, Bağdata, hattâ Hindistana kadar, İslâm dinini ve sonraları Osmanlıyı, müdafaa etmek için, dağılırlar. Böylece Osmanlı Devleti zayıflayınca; 19. asrın başlarından itibaren, Batılı Devletleri ve Rusyanın, Balkanlarda; Balkanların sahipleri Bulgartürküne yabancı unsurlara, devlet kuruvermeleri, kolay olur…
Balkanlarda; Batılıların ve Rusyanın kurdukları son suni devlet, Bulgarslavı Devleti olur. O zaman, Sırp ve Grek devletleri kuruldukları yerlerde Bulgartürklerine yok etme, bir kez daha bu günkü Bulgaristan topraklarında yaşanır. Kuruluşu zaman bakımından, çağımıza daha yakın olduğundan (1878) o esnada Bulgartürklerine karşı sergilenen vahşet, bol olarak evraklara işlenir. Diğer taraftan Bulgartürklerine karşı sergilenen bu vahşetin, yüz küsur seneden beri, günümüze kadar devam etmesi, Bulgarslavı devletinin tabansızlığını, gösterir.
Bulgarslavı Devleti; Bulgartürkleri topraklarında, Bulgarslavlarının az olduklarından, Bulgartürlerini katletme ilkesi üzerinde kurulur. Bunun için Bulgarslavı Devletinin varlığı, esaslarında, Bulgartürkleri soykırımına bağlıdır. Soykırım, katliamlarla ve göçler ile gerçekleştirilir. Son Bulgartürkü soykırımı geçen asrın yetmişli yıllarında başlayıp, 1989 yılında bitirilir.

Bulgarslavı Devletinin Kuruluşu
Hrıstıyan âlemi (Batı ve Rusya); Osmanlı Devletini yıkma yahut mahv etme plânları stratejilerini gerçekleştirirlerken, Balkanlarda; Rus, Siyonist ve Batı menfaatlerinin çatışmalarına rağmen, mutabakata varırlar. Ve netice olarak; Türk-İslâm düşmanlığından kaynaklanan sapık bir hırsla, burada bulunan bir avuç Bulgar-Slav kırmalarına, yalnız Hrıstıyan olmalarından ötürü, Bulgartürklerinin “Bulgar” adlarını verirler. Sonra da bu “Bulgar” adı verilen bir avuç kırmaya, Bulgatürklerinin ata topraklarını peşkeş çekerler.
Osmanlı-Rus harbi neticesi kurulan (1877-1878) Bulgarslavı devletinin, şimdiki Bulgarslavı devletinden beş defa küçük olması; büyümenin, soykırımı ile olduğunu gösterir. O esnada Bulgarslavlarının, umum itibarıyla Türkçe konuştukları ve dinlerinden başka kültürlerinin, Türk kültürü olduğu bir gerçektir. Yani Hrıstıyan âlemi himayesinde “Bulgar” denilenlerin sergiledikleri hunharlığı; güçlü oldukları sıralarda, Müslümanlar sergilemiş olsalardı, Bulgaristanda Bulgarslavı kalmazdı…
Hrıstıyan âlemi hayli zamandan beri Bulgarslavı devleti kurma çabasındadır. Bunun için, Avrupanın 1740 yılından itibaren Kapitülâsyonlarla, Rusyanın harplerle (Küçük Kaynarca Muahedesi. 1774), Osmanlı Devletine hâkim olmaya başladığı sıralar sahneye; sözde “Bulgar” tarihçileri çıkmaya başlarlar. Bunlardan ilk iki tarihçi Katoliktirler. Onlardan birinin adı Blazius Klayner diğerinin adı da Petır Bogdan Bakşi’dir. Bu sonuncusunun adından; hakkına bir Bulgar-Slav karması olduğu anlaşılır. Çünkü “Bogdan” adı, Türk has isim yapma ananelerine göre yapılıdır ve tercümesi harfiyen “Tanrı verdi” anlamına gelir. Buradaki “Bakşi” adı ise kadim Türkçe sözdür ve “Şaman” veya “Ozan” anlamında kullanılır. Bu zamanlarda beliren üçüncü tarihçi de Hrıstıyan Ortodoks mezhebinden olup, “Paisiy Hilendarski”, yani (Hilendarlı Paisiy) adını taşımaktadır.
Bu üç tarihçinin; Bulgaristandaki Bulgar-Slav karmalarını “Bulgar” olarak belirlemeleri; bu adla belirlenen insanlar tarafından, büyük bir muhalefetle karşılanır. Bunun için ikisi Batı, biri Moskof ajanı olan bu tarihçiler; bizim sözde “Bulgarlara”: “Hey sapıklar, kendinize ‘Bulgar’ demekten, neden utanıyorsunuz?!” diye, sitem ederler. (Paisiy Hilendarski’nin “İstoriya Slavyanobolgarskaya” adlı meşhur eseri).
O zamanların hükmünde Balkanlarda Hrıstıyanlar; Greklere, Sırplara ve Bulgarlara bölünürler. Bu Bulgarların yerleri, tarihî hakikatlere yakın olarak, Timok, Strimona, Serrhes hattının batısı belirlenir. Nitekim kader belirleyici 19. asrın başlarına kadar, Osmanlı topraklarından geçen bütün yabancı seyyahlar, hiç istisnasız, yalnız buralarını “Bulgaristan” olarak gösterirler. Buna rağmen, Hrıstıyan âleminin, Balkanları, Türklerden arındırma plânlarına göre burada Grek, Sırp ve Romen devletleri kurulunca; kalan Balkan topraklarına, ister Bulgarslavı unsuruna rastlansın, ister rastlanmasın, kasıtlı olarak “Bulgaristan” denilmeğe, başlanır. Bu münasebet Hrıstıyan âlemi ve Rusyanın stratejilerinin gereğidir.
Aslında Timok, Strimona, Serrhes hattının doğusunda “Bulgarslavı” mevzuu bahis olduğunda; onların buralarda yerli (oktokton) olma ihtimalleri yoktur; onlar, buralara gelme veya getirilmedirler. Buraya “Gelme” olduklarında; çeşitli sebeplerden dolayı, mekân değiştirme mevzuu bahistir. Mekân değiştirme iki sebeple olur. Birinci sebep yaşadıkları yerlerde (Timok, Strimona, Serrhes hattı batısı) geçim sıkıntısı çekerler veya komşu köylerle (yine Bulgarslavı) geçinemezler. Bu sebepten bu hattın Kuzeydoğusuna veya Güneydoğusuna gelerek, Türkler arasına yerleşirler.
Bulgarslavlarının Timok, Strimona, Serrhes hattı doğusuna gelmelerine ikinci sebep 18. asrın ikinci yarısından itibaren başlayan Osmanlı Rus muharebeleridir. Harpler esnasında Rus propagandası işgal ettiği Boğdan, Eflâk topraklarına Bulgarslavlarının, göçmelerini ister. Osmanlı Devleti ise göçen Bulgar köylerini, vergi mükellefi kaybetme kaygısıyla, nerede rastlarsa, orada durdurur; onlara çeşitli imtiyaz ve imkânlar temin ederek, geldikleri yerlerde kalmalarını, sağlar. Yapılan bütün etnolojik araştırmalar mezkûr hattın doğusunda bulunan Bulgarslavlarının; Timok, Strimona, Serrhes hattı batısından geldiklerini, gösterir. Bu sebepten şimdi bile Doğu Bulgaristandaki Bulgarslavları halâ Timok, Strimona, Serrhes hattı batısı şivelerini konuşmakta ve o yörelere has elbiseleri ve kültürü taşımaktadır. (Miletiç L., Staroto Bılgarsko Naselenie ve Severoiztoçna Bılgariya. Sofiya 1902. s:27, 76). Yani mezkûr hattın doğusunun kendisine mahsus Bulgarslavı şivesi ve kültürü yoktur.
Balkanlarda ezelî Türk hâkimiyetinin kaldırılması, Batılı devletlerin Strateji plânlarına göre işlenmişlerse de, bu plânların uçlarında icracı olarak Rus Çarlığı bulunur. Batının, Balkanlarda Türke yabancı unsurlara devlet kurma hayallerini, Rusya gerçekleştirir. Ruslar, Kuzey Karadeniz havzası Bulgar topraklarını ele geçirince; Karadenizi Slav gölü yapmak için, bu denizin batısına yönelirler. Burası ise eski Türk sirkülâsyonu yolu üzerinde bulunduğundan, yoğun Müslüman kitlelerinin yaşadıkları topraklardır. Yani Ruslar, bütün bu ahaliyi kılıçtan geçirmeyi, göze alırlar! …
Hrıstıyan Aleminin “Bulgar” etnonimini ve bu etnonimin kadim sahiplerinin ezelî topraklarını alarak, Slavlara bağışlama arzularının gerçekleşmesindeki son merhale, Batının ve Rusyanın 1876 yılı sonlarında İstanbulda topladıkları Tersane Konferansı olur. Bu Konferans, evvellerden tasarlandığı gibi, Bulgarslavlarına yalnız Makedonya, Vidin ve Tırnovo bölgelerini değil; buralara ilâveten Dobruca, Deliorman, Aytos bölgelerini; Rodopları ve Trakyayı da verir. Yani bütün Timok, Strimona, Serrhes hattının, doğusunu verir.

Bulgarslavı Devletinin Kurulması ve Bulgartürkleri
On dokuzuncu asırda Avrupa efkârı umumiyesi; aslında kendileri gibi Avrupa ırkından olan ve Milâttan çok evvellerden başlayarak, Milâttan sonra 14. hattâ on beşinci asra kadar; Karpatların, Alplerin kuzeyinden inerek; bu günkü Fransanın, İtalyanın, Almanyanın, İsviçrenin, Avusturyanın, altını üstüne getiren Türklerin; “Orta Asyadan, Malazgirt harbinden sonra geldiklerine” ve ne pahasına olursa olsun; “Avrupadan, Orta Asyaya atılmaları lâzım geldiğine”, inandırılır. İnsanın hafızası tarih olmasa bile, hiçbir Allahın kulu da kalkıp, bu iddiaya; “Ben Avrupalıdan daha çakırım, daha sarışınım!”; “Parisin göbeğine koysalar beni; bir Fransızdan, bir İngilizden, bir Almandan, kim ayırabilir?! Orta Asyalı olsam, bunu çocuklar bile anlarlar.” demez. Onlar da hiçbir ispatı olmayan bu iddiayı bir hakikat olarak, kabul ettirip; Avrupada Türklerin katledilmelerine, alet ederler…
Rusya, Tersane Konferansında, kurulacak Bulgarslavı Devleti ile hemhudut olmasına, göz yumulmasından, cesaretlenerek, başlattığı 1877-1878 Osmanlı-Rus muharebesini kazanınca; tarih tarafından “Garip” olarak kabul edilen, kendisinin müellifi olduğu “1876 Tersane Konferansı Elçiler Teklifini”; Yeşilköy Antlaşması ile, aynen gerçekleştirir. Neticede Timok, Strimona, Serrhes hattının doğusu işgal edilir. Orasının Bulgartürkleri üzerinde, Bulgarslavı hâkimiyeti kurulur. Bu tarihi adaletsizlik herkes tarafından bilinmesine ve görülmesine rağmen, Hrıstıyan âlemince onaylanır ve emrivaki edilir.
Bulgarslavı hâkimiyetinin, Bulgartürklerinin topraklarında kurulması, bunun Hrıstıyan Âlemi tarafından onaylanması, Bulgartürklerini yaralar; ancak atalarının topraklarının ”Harp Tazminatı” olarak, Bulgarslavı Devletine, Osmanlı tarafından hibe edilmesi; Bulgartürklerini öldürür. Osmanlı, Bulgartürklerini bundan sonra da, defalarca öldürür. Meselâ ikinci defa Bulgartürklerini, Kırcali kasabasının Karatarla köyünde kurdukları; Filibe, Hasköy Kırcali, Gümülcüne eyaletlerini ihtiva eden, Osmanlı Devletinin parçalanmasını tam kırk yıl tehir eden “Hükümet-i Muvakkatiye” (1878-1885) devletlerini, fesih ettirtmekle öldürür.
Osmanlı, o esnada (1880) başlatılan Deliorman Türkleri isyanına iştirak eden subayları kışlalarına çağırmakla, Bulgartürklerini üçüncü defa öldürür. Osmanlı dördüncü defa Bulgatürklerini, Bulgartürkleri Hükümet-i Muvakkatiyelerinin kazanımı olan Şarki Rumeliyi, Bulgarslavı devletine 100 milyon marka satmakla, öldürür. (1985). Beşinci defa Osmanlı devleti, Bulgartürklerini, onların kurdukları; kuzeyi Nevrekop, Dövlen, Paşmaklı, Eğridere, Kırcali, Mestanlı, Koşukavak, Ortaköy kazalarını; güneyi Serez, Drama, İskeçe, Dedeağaç, Gümülcüne, Sofulu, Dimotika kazalarını ihtiva eden “Garbi Trakya Hükümet-i Müstakillesini” veya “Batı Trakya Cumhuriyetini”, Bulgarslavı devletine peşkeş çekmekle öldürür.
Son defa Bulgartürkleri, Türk devleti tarafından, Bulgaristandan 1989 göçü alınmakla öldürülürler. O zamanlar NATO devletleri; Bosna Hersek, Kosova Müslümanlarına devlet vermeye hazırlanırlarken; Bulgarslavı devleti adlarını Hrıstıyanlaştırdığı dört milyona yakın Bulgartürkü tarafından sıkıştırılmışken; muhalefete, Bulgartürklerine “Kültür özerkliği” teklif ettirirken; aynen Osmanlıda olduğu gibi Rus elçisi aracılığıyla (Çernişev), Bulgarslavı Devleti Başkanı Todor Jivkov, Türk Devleti Başbakanı Turgut Özal; Bulgaristandan, 1989 Bulgartürkleri göçünü gerçekleştirirler… Bu göçle Bulgartürklerine de, Bosna Hersek gibi, Kosova gibi, devlet kurulması önlenir.
Görüldüğü gibi, bu büyük adaletsizlik ve ihanet, burada yüz küsur yıldan beri süren ve sürecek olan kanlı soykırımlarına sebep olur. Timok, Strimona, Serrhes hattı doğusunda, on dokuzuncu asırda, acımasız soykırımlarda; milyonlarca Bulgartürkü; Bulgarslavları, Grerkler, Sırplar tarafından katledilir; milyonlarca Bulgartürkü, Türkiyenin aldığı göçlerle tarihten silinir, gider.
Kanlı Doksan Üç Harbinden beri, Bulgaristanda devamlı zulümlere tabî tutulan Bulgartürkleri, 1877-1878 harp yıllarında olduğu gibi, bu gün de (1989); malını, mülkünü, canını hiçe sayarak, Türkiyeye can havliyle kaçmağa, devam ederler. Bu evini – barkını, vatanını terk etme; bir yüz küsur yıldan beri aralıksız sürmektedir. Evinden, barkından, vatanından kaçan, milyonlarca aciz insan, binlerce sene yaşadıkları ata topraklarını bırakarak; bir yerden bir yere, sürünmeğe mecbur bırakılırlar.
Çağımızda; onlara Türk oldukları, Müslüman oldukları için, toprakları bıraktırılarak, yad ellere göçürülmelerinin, suç olduğu söylenir. Ancak anlaşılan bu suçun cezasını, suçlulara Allahtan başka kimse ödetmeyecektir. Bu da Tufan gibi, Kıran hastalığı gibi, korkunç olacaktır. Bulgartürklerinin başlarına getirilenler insanlık ayıbıdır, ahlâksızlıktır, çaresiz bırakılan bir milleti, hunharca katletmektir.

Bulgaristandaki Bulgarslavları ve Bulgartürkleri
Türklerin Balkanların ezelî evlâtları oldukları; Slavların, Balkanların kuzeybatısına, 7. asırda Byzantion Koloni Sisteminin getirdiği; onlar burada Bulgarlarla kaynaşarak türedikleri; Bulgarlarla az kaynaşanların Sırp ve Hırvat kaldıkları, çok kaynaşanları da “Bulgarslavı” oldukları, tarihî hakikattir. Bu kaynaşma ve türeme asırlar sürer; meselâ 9. asra gelindiğinde, Slavlarla kaynaşan Bulgarların; Timok, Strimona hattı batısında, Akdenize kadar yayıldıkları, görülür. Bu Bulgarslavları, “Bulgar” olarak anılsalar da, Slavlar buralara getirilmeden evvelki Bulgarlardan, çok farklı Bulgarlardır.
Bulgarslavlarının Timok, Strimona, Serrhes hattı doğusuna geçmeleri 18. asrın, sonlarına doğru olur. O zaman Ruslar, Kuzey Karadeniz topraklarını almaya başlarlar ve buralara, kendisine sadık kalacak tebaa yerleştirmek isterler. Bu maksatla Bulgarslavları arasında göç propagandaları başlatır. Neticede Timok, Strimona, Serrhes hattı batısından, Rusyaya doğru başlayan Bulgarslavı göç kervanlarına; Rusların, Osmanlıyla yaptığı harpler neticesi teşekkül edenler de eklenir. Daha sonraları onlara 19. asırda Kurulan Grek ve Sırp devletleri zulmünden kaçan Bulgarslavı göç kervanları da ilâve olunur.
Rusyaya çekilen Bulgarslavı göç kervanlarını; Timok, Strimona, Serrhes hattı doğusunda, Osmanlı durdur; onların çoğunu, buralarda kalmaları için, ikna eder. Tarih ve etnoloji ilimleri bu hakikati yıl yıl, yöre yöre doğrular. Osmanlı fermanları bu göç kervanlarının yerleştirildikleri Aytos, Varna, Irazgat, Tırnova civarında beş-on yeri beller.
Bugün Bulgaristanda; tarihi Bulgarların tabiî devamları olan Bulgartürkleri ve umum itibarıyla buraya 17. asırdan itibaren yer yer gelen Bulgar kırmaları Slavların nesilleri vardır. Buna göre Bulgaristan nüfusu; Bulgartürklerine ve Bulgarslavlarına ayrılır. Ancak Türklükleri için, İslâm dinleri için, canlarını veren Bulgaristan Müslümanları, kendilerine “Bulgartürkü” denmesinden, tedirgin olmaktadırlar. Bulgartürkü öyle bir hale getirilmiştir ki, Türkün dışında, Türklüğü kabul edebilecek, mecali yoktur.
Bulgaristan Müslümanlarının “Bulgartürkü” adını yadırgama sebepleri şöyle sıralanabilirler: Birinci sebep; bir zamanlarki Türk boyu “Bulgar” adı, Slavlara bağışlanalı, Hrıstıyanlığın, sinsiliğin, hıyanetin ve dönekliğin, sembolü haline getirilmiştir. Sanki adımızı sinsice çalan düşmanlarımız, onun tekrar elimize geçmesinden korkmuşlar ve bizi, bu şanlı adlarını geri almasınlar diye, adımızı bizim masum kanlarımızda boğmuşlardır. İkinci sebep; Bulgaristan Türkleri, “Bulgarı”; “Hrıstıyan” ve “Slav”  olarak, bilirler. Bunun için kendilerine “Bulgar” denilmesine tahammül edemezler. Üçüncü sebep; Onlara; Mason, Pantürkist ve Turanistler tarafından “Bulgar” olmadıkları, Anadolu iskâncıları ya da “Evlâdı Fatihan” oldukları belletilmiştir. Dördüncü sebep; Bulgarslavı Devleti de, Rus Devleti de, Batı da, gizli ve açık Türk düşmanı teşkilâtlar da, çeşitli usul ve kaidelerle, meselâ Türkiyeden tarihçileri mükâfatlandırarak, Bulgartürklerine Anadoludan, geldiklerini kabul ettirmişlerdir. Beşinci sebep; Bulgarslavı devleti İstihbarat servisi, her türlü vasıtalarla, Bulgaristan Türkleri arasından Bulgartürklüklerine “Bulgar” olarak sahip çıkan Bulgartürkü münevverlerini, “Bulgarcı” gösterek, soydaşlarına dışlatmaktadır.
Bulgarslavı Devletinin bütün bu çabaları, Bulgaristan Müslümanlarının, bir zamanların Bulgarları olarak, ata toprakları Bulgaristana sahip çıkmalarından, korkmalarındandır. Ancak adımızın bu hale getirilmesi, bizi asla geçmişimize sahip çıkmaktan vazgeçiremez. Biz, Kara (Batı) Bulgarların nesillerindeniz. Bu topraklar tarihin nice devirlerinde bizim adımızla “Bulgaristan” olarak anılmıştır. Biz de özümüz itibarıyla Bulgar olduğumuzdan; ne “Bulgar” adımızdan, ne de Bulgaristanımızdan vazgeçeceğiz.
Tarihin karanlıklarından beri yaşadığımız toprakların vefalı evlâtları olarak; şifalı sularımızdan, bize kokan çiçekli çayırlarımızdan, bayırlarımızdan, ilâhi kayalıklarımızdan, ceddimizin masum kanlarıyla sulanmış Bulgaristan toprağımıza, “Bulgar” olarak sahip çıkacağız.  Bulgaristandan yalnız “Bulgar” oldukları için, Bulgaristana sahip çıkmasınlar diye; öldürülmeden Türkiyeye kaçırılanlara da, Allah tez veya geç izin verecek, çok görmüş dünya, On binlerin vatanlarına dönüşlerini görecek!
Bulgarslavlarına, yani şimdi bizim adımızla yaşayan, sözde “Bulgarlara” gelince; onlar, Bulgar ve Slav kırmaları olduklarını, asla unutmamalıdırlar. Bu gerçeği antropolojik yapıları, kültürleri, hem de 20. asra kadar kullandıkları dilleri doğrulamaktadır. Kalıcı antropolojik yapılarının ve kültürlerinin Bulgartürkleriyle yakınlıkları, inkâr edilmez ve her zaman kolayca tespit edilebilir. Dillerinin de, Ruslaştırılmadan evvel, eğer Bulgartürkçesine “çok” değilse de, “az” denilmeyecek kadar yakın olduğu, hakikattir.
Bunu görmek için azılı Moskofçu ve Türk düşmanı Nayden Gerovun; itina ile Türkçe (Bulgartürkçesi) sözlerden arındırıp, Rusçaya ayarlamış olduğu “Bulgar Dili Sözlüğüne” bakmak yeterlidir. Her şeye rağmen bu sözlüğün binlerce Türkçe (Bulgartürkçesi) kökenli sözler ihtiva ettiği görülür. (Gerov N., Reçnik na Bılgarskıy Yazıyk. I-IV cild. Plovdiv 1895-1904). Kelime hazinesi, Türkçeyle (Bulgartürkçesiyle) bu kadar çok müşterekleri olan, sadece yüz küsur yıl evvelki Bulgarslavcasının; cümle kuruluşu ve kelime yapısında Bulgartürkçesiyle birçok noktalarda birleşir.
Bulgarslavları; Bulgartürkleriyle olan müşterek esasları üzerine en nihayet ciddi olarak düşünmelidirler. Bulgaristana, Bulgartürklerini ezmekle sahip çıkılamayacağını, nihayet anlayabilmelidirler. Oturdukları dalı kestiklerinin farkına varıp, Bulgaristana, yalnız Bulgartürkleriyle sahip çıkılabileceğinin, idrakine varmalıdırlar.

Hrıstıyan Âleminin Bulgarslavı Devletini, Ayakta Tutma Yatırımları
Bugünkü Bulgarslavı Devletinin kurucuları ve ilk idarecileri olan Ruslar, dolaysıyla Hrıstıyan âlemi; Bulgarslavı Devletini, Bulgartürklerinin yoğun olarak yaşadıkları Timok, Strimona, Serrhes hattı doğusunda kurmakla; Bulgartürklerini sonu gelmeyecek soykırımlara, mahkûm ettiklerinin, şuurundadırlar. Geçici Rus idarecileri; kurulan Bulgarslavı Devleti hudutlarında, Bulgartürklerinin çoğunluk olmasının; bu devlet için tehlike arz ettiğinin de, farkındadırlar.
Bulgarslavı devletini kuranlar, Bulgartürkleri nüfusunu azaltmak için; kısa müddette ve uzun müddette neler yapılabileceğini, Bulgarslavı Derin Devletine, projeler olarak, bırakırlar. Bu projelerde gösterilen “Azınlık siyasetleri”; Hrıstıyanlaştırmalara, katliam ve göç muhtevalı soykırımlara dayanır. Projeler; Rusların, Kuzey Karadeniz Havzası Türklerini yok etmede, Türkistan Türklerini Hrıstıyanlaştırmada edinilen, tecrübelere dayanırlar.
Bu tecrübeler, Bulgarslavı devletinin kurulmasından çok daha evvelleri; Rusyada yetiştirilen Bulgarslavı münevverlerine ve Çeklerin, Lehlerin, Slovenlerin, Sırpların, Hırvatların aralarından, Panslavist (Panmoskovist) ilim adamlarına işlenirler. Şimdi Panslavistler yeni “Slav” devleti kurma heyecanında, basitlikleri ile soykırıma götüren tasarımlar yapmaktan öte gidemezler. Diğer taraftan, Rusyanın ve Panmoskovist müsteşarların; kurulan Bulgarslavı devletini ayakta tutma tasarımlarında; Bulgartürkleri meselesini bütün incelikleriyle bildikleri, görülmektedir.
Yüzyıllar boyu hiç bir Türk diyarından göç almadığı bilinen Güneybatı ve Kuzeybatı Kocabalkan eteklerinde; dilleri Türkçe, yani henüz Slavlaşmamış, dinleri Hrıstıyan, ancak “Gagavuz” olarak değil, “Bulgar” diye anılan Hrıstıyan köyleri vardır. Bunlar burada 19. asra kadar Hrıstıyanlığında direnen, ezelî Bulgar köyleridir. Bunlar Bulgar (Türk) dillerini, burada (Orhaniye eyaleti) Müslüman Türk kitleleri arasında bulunduklarından, halâ korumaktadırlar.
O zamanlara kadar (1880), Orhaniye eyaletinde Bulgartürkleri arasında Türkçelerini muhafaza eden bu Hrıstıyan Bulgarlar, Rus ve Panslavist müsteşarların teklifleriyle; ata yurtlarından alınarak, Vraca yöresinde bulunan Slavların aralarına yerleştirilirler. Böylece asırlardır korunan dillerinin, Bulgarslavcasıyla değişmesi için yatırım yapılır. Bununla birlikte, Hrıstıyan Bulgarların, buralarda başlatılacak Müslümanları Hrıstıyanlaştırma vahşetlerini görmeleri önlenir. Muhakkak dillerini muhafaza etmiş Hrıstıyan Bulgarlara, Bulgaristanın başka yerlerinde de rastlanır. Bunları Osmanlı – Rus harbini yürüten Rus subaylarının günlüklerinde görmek mümkündür.
Bugün bu kadim Bulgarlar; dinlerinin ve muhitlerinin tesirleriyle; dillerini ve bir zamanların Bulgarları olduklarını unutmalarına rağmen; Bulgartürklerine karşı hoşgörüleri, onlarla evlenmeyi tercihlerinde sezilir; Bulgartürkleriyle evli Bulgarslavlarının çoğu, Vracalıdır. Kırcali yöresinde Bulgartürkleri ile evli Bulgarslavı Vracalı kadın ve erkeklere sıkça rastlanmaktadır…
Yeni bir Slav Devleti kurulmuş olması çılgınlığını yaşayan Rusya ve Çek asıllı Konstantin İreçek (1854-1918) tipinden Batı Avrupa Panmoskovistleri; Bulgaristana üşüşmüşler, ezeli Türk topraklarının ivedilikle Türksüzleştirilmesi için, buralarını Müslüman Bulgartürklerinden temizleme projeleri hazırlarlar ve onları yürürlüğe koyarlar. Yeni kurulan Bulgaristanı, Bulgartürklerinden temizleme cihetinde en küçük teferruatları kaçırmayacak kadar titiz faaliyetlerde bulunurlar.
Panslavistlerce hazırlanan projelere göre; İslâm dini, Bulgartürkü dili ve Bulgartürkü kültürü; Bulgarslavı devletinin kurum ve kuruluşlarında küçümsenir ve bu aşağılama Bulgarslavları arasında yaygınlaştırılır. Bulgartürklerinin dilleri, kültürleri, dinleri; Bulgarslavlarının dilleri, dinleri ve kültürleriyle kıyaslanarak, Bulgartürklerinde aşağılık duygusu oluşturulur. Bulgatürkleri arasında Slavlaşma, Hrıstıyanlaşma arzuları teşvik edilir.
Bununla beraber Müslümanlar arasında mezhep (Sünnilik, Alevilik); aşiret (Bulgartürkü, Pomaktürkü, Çingenetürkü); düşünce ve görüş (Particilik) farkları çıkartma, alevlendirme, girişimlerinde bulunulur ve aralarında dayanışma bağları kesilir. Kendi tarihlerini, dinlerini ve kültürlerini tanıyan ve bilen Bulgartürkleri, baskı altında tutulurlar; medenî ve dînî sahada Müslümanlara birçok kısıtlamalar getirilir.
Bulgarslavı Devletinin ilk kuruluş yıllarında; Panmoskovist plânlarıyla alâkalı, Müslümanların Slav kökenli oldukları, ileri sürülmeye başlanır. Bu asılsız iddialar tutulup, ilim çevrelerince körüklenir, ötede beride Müslümanların adları Hrıstıyan-Slav adları ile değiştirilir. Dininden, medeniyetinden vazgeçenlere, Bulgarslavlarının sahip oldukları haklar tanınır, hattâ bazı imtiyazlar verilir. (Dimitrov G., Knyajestvo Bılgariya ve istoriçesko İ Etnografsko Otnoşenie. Çast I. Plovdiv 1895). Bulgartürklerine neşriyatta kısıtlamalar getirilir; tatbik edilen sansürden başka; gazeteleri, yarı Türkçe, yarı Bulgarslavca çıkartılmaya başlanır.
Batılı Panmoskovistlerinin ve Rusyanın, Azınlıklar Siyaseti Projelerine döktükleri; her şeye rağmen “ince” ve “kibar” denilebilinecek kuruntuları; Büyük Katerinanın, Kazan Türkleri ileri gelenlerinin, direnmeden Hrıstıyanlığa geçenlere, tatbik ettiği muamelelerin tecrübelerine de, dayanır. O zaman Rusyanın işgal ettiği Türk diyarlarında, Hrıstıyanlığa geçen Türk ileri gelenleri; Petersburgta, Moskovada, Kiefte, Kazanda; Rus zadegânları aralarına yerleştirilirler, onlara payeler verilir. Bu payeli dönmeler de, soyunu, sülâlesini Rus siyasetine yanaştırır ve Türkler, Ruslar tarafından, hazmedilir.
Fakat Rusların, kendi devletlerinde Türkleri hazmetmelerine dayanan bu siyasetin, Bulgarslavlarının soysuzluklarından; Bulgartürklerinin çoğunluğundan dolayı, Bulgaristanda tatbik edilemez. Netice itibarıyla burada Türkler, Rusyadaki Türklere bakarak, çok daha dehşet verici şekilde ve çoğunlukta katledilirler…
Batılı Panmoskovistlerin ve Rusların, yeni kurulan Bulgarslavı devletine, hazırlayıp, bıraktıkları “Azınlıklar Siyaseti Projeleri”, kurulan devletin fıtratına uygun değildir. Mezkûr plân; devlet görmüş, devlet ananeleri olan insanlar tarafından hazırlanmıştır. Bulgarslavları ise devleti ve devlet ananeleri olmayan topluluktur. Tatbik edilmesi için; diplomatik gayret, siyasi olgunluk ve genel kültüre ihtiyacı olan “Azınlıklar Siyaseti Projeleri”, Bulgarslavı devletinin sağlıksız yaratılışından dolayı, çok geçmeden, hemen Bulgarslavlaştırılır.
Kuruluşunun ilk yıllarından, birinci Cihan Harbi sonuna kadar Bulgarslavı devleti, ağırlıklı olarak iç siyaseti ile ve bu siyasetten kaynaklanan dış siyaseti meseleleriyle uğraşır. Bulgarslavlaştırılan “Azınlıklar Siyaseti Projelerine” göre şimdi Müslümanları yıldırmayı yoğunlaştırmak için; her türlü vahşet artırılır, kamuoyu tepkileri asla nazarı itibara alınmadan; kanlı katliamlar başlatılır. Bulgarslavları silâhlandırılarak yahut mevcut silâh, mühimmat ellerinde bırakılarak, Müslüman köyleri üstüne salınıp, amansız soykırımı yapılır. Neticede Bulgartürklerinin bir kısmı arasında, Slavlığa sığınma başlar (Sofya, Orhaniye eyaletleri); bir yandan da, Dobrucada, Deliormanda, Aytos dağlarında soykırım katliamları başlatılarak, Osmanlı Devletine göçler durmaz ve katliamların ölçülerine göre, göç edenlerin sayıları, tabiî olarak, ayarlanır.
Bulgarslavı Devletinin “Azınlıklar Siyaseti Projeleri”, aradan yüz küsur yıl geçmesine rağmen, değiştirilmeden, soykırımlarla yürütülür. Bulgartürkleri, hep eskiden olduğu gibi; Hrıstıyanlaştırılır, Bulgartürkü münevverleri ya işbirlikçi yapılır, ya hapishanelere gönderilir, ya da öldürülür. Sonra zulüm doruğa getirilerek, katar katar, Türkiyeye göçtürülürler. Devam eden soykırımda yeni olan; Bulgartürkü kadınlarının kısırlaştırılmaya tabî tutulmalarıdır.
Yüz küsur senedir Bulgarslavı devleti tarafından tatbik edilen bu “Azınlıklar Siyaseti Projeleriyle”, Bulgartürkleri meselesinin kapatılamayacağı, meydandadır. Bu projelerin patolojik tutkuyla yürütülmeleri, Bulgartürklerinin Hrıstıyanlaştırılmaları ve onlara yapılan sonsuz katliamlar, kanlı göçler dikkate alındıklarında; Bulgaristandaki Bulgartürkü nüfusunun çokluğu ve burada Bulgarslavı devleti kurulmasıyla yapılan adaletsizlik, meydana çıkar.
Bulgarslavı Devletini çıldırtan da zaten bu hakikattir. Bu hususta Bulgarslavı Devletini teskin eden taraf, soykırım projelerinin işletilmeleri neticesi; Bulgaristan Türklerinin, Türkiyeye kaçmaya devam etmeleri; bir zamanların Bulgarları olduklarını bilmemeleri ve vatanları Bulgaristana, bir zamanların Bulgarları olarak, sahip çıkmamalarıdır.

Bulgarslavı Devletinin “Bulgar” Adından Korkusu
Byzantion Koloni Sistemi, yedinci asra gelindiğinde, Alplerin ve Karpatların kuzeyinden inen Türk akınlarının önüne durabilmek için, Kuzeybatı Balkanlara Hırvat ve Sırp, Slav boylarını getirir. Aynı zaman içinde, Târihi cereyanların gidişatlarına göre, tarihte bir aralık “Avar” Türkleri adı gölgesinde kalan Bulgartürklerinin; 7. asırdan sonra, önlerine Slav boyları taktıkları, onları bugünkü Yugoslavya topraklarına, oradan bu günkü Grekistanın batı kısımlarına taşıdıkları, kuruntudur, uydurmadır. Balkanlarda Bulgarların hesabına çoğalan Slavlar; Pomak Türklerinin, Boşnak Türklerinin ve Torbeş Türklerinin haricinde; Byzantion Koloni Sisteminin getirdiği Sırp ve Hırvat Slavların nesilleridir.
İslâm dininin tezahürüyle, Balkanlara kadar gelmesiyle, Timok, Strimona, Serrhes hattı doğusunda kalan Romeyler, İslâm dinine geçerler ve “Rum” olarak, anılırlar. Mezkûr hattın batısında ise, Byzantion Koloni Sisteminin getirdiği Slavların arasında kalan Bulgarlar, onlar gibi, onlara bakarak, Hrıstıyanlıklarında, direnirler. Slavlar; İslâm kültürüne yabancı oluşlarından, Hrıstıyan dininde direnirler, aralarında kalan Bulgarlar da onların direnişinden müteessir olduklarından, Hrıstıyan kalırlar. Slavlar arasında kısılı kalan Bulgarlar, Hrıstıyanlıklarında direndikleri müddetçe, Hrıstıyan Slavlar tarafından, eritilirler. Bu Hrıstıyanlıklarında direnme Osmanlı devrinde daha da güçlenir ve Bulgarların Slavlaşmaları hızlanır. Biz, bu meydana gelen Slav – Bulgar karmalarına “Bulgarslavı” adını vermekteyiz.
Bulgar-Slav kaynaşması, tabiî olarak; Slavların, Bulgarlarla beraber yaşadıkları Timok, Strimona, Serrhes hattı batısında gerçekleşir. Bunun için bugün mezkûr hattın doğusunun herhangi bir yerleşim yerinde; oktokton olarak, yani yerli olarak, Bulgarslavı unsuru mevcut değildir. Umum itibarıyla Timok, Strimona, Serrhes hattı doğusunun; dağlarında, ovalarında, Bulgarslavı varlığı 18. asırda, bilhassa Osmanlı-Rus harplerinin başlamalarıyla, görülür. O zamanlar hakkında; sadece din esaslarında yapılan nüfus ayırmalarına göre (Kaldı ki buradaki Hrıstıyanlar; Bulgar veya Gagavuz Türkü de, olabilirler) doğuda az miktarda Bulgarslavı varlığı, tereddütle kabul edilebilir.
Timok, Strimona, Serrhes hattının doğusunda ciddi olarak bir miktar Bulgarslavından, bahsetme, sadece 18. asrın ikinci yarısından öte mümkündür. O zamanlar; Batının ve Rusyanın teşvikleriyle; mezkûr hattın batısından yapılan Bulgarslavı göçleri, bu hattın doğusunda, vergi mükellefi kaybetme kaygısıyla, Osmanlı Devleti tarafından durdurulur. Göçenler, İstedikleri yerlere, istedikleri şartlarda yerleştirilirler. Yerleştikleri yerler umum itibarıyla, Hrıstıyan Gagavuzların yahut da halâ Hrıstıyanlıklarında direnen Bulgarların yakınlarında bulunan yerlerdir. Bulgarslavları Hrıstıyanlıkları esasında bu Hrıstıyan Türklerin hesabına çoğalırlar. İşte o zaman Doğu Bulgaristanda, Bulgarslavı varlığı mevzuu bahis olmaya başlar…
Bulgarslavlarının Slavlıkları; Slavların aralarında kalan Hrıstıyan dinlerinde direnen Türk (Bulgar, Gagavuz) inadına endekslidir. Bu Hrıstıyan Türkler o zamanın şartlarında, imkânlar elverdikçe Bulgarslavlaşarak, aralarına gelen bu Bulgarslavlarını, bir kez daha Bulgarlaştırırlar, yani Türkleştirirler. Batının ve Rusyanın; Balkanları, Hrıstıyan unsura verme stratejilerinin kesinleştiği 18. asırda bu Slavlaşan Bulgarlara, yahut da rahatlıkla şöyle de denebilir; Bulgarlaşan Slavlara; Hrıstıyan olmaları sebebiyle; “Slav-Bulgarı”, yahut da “Bulgar-Slavı” adı verilir. Bu ad; onların esaslarında bulunan Slav ve Bulgar etnik unsuruna işaret etmektedir.
Burada, benim kullandığım “Bulgarslavı” adı, hiçbir şekilde benim icadım değildir. Batının veya Rusyanın hazırladığı bir tabirdir. İşte bunun için o sıralarda Paisiy Hilendarski “Slav-Bulgarları” (Slavyanobolgar) tabirini kullanır. Ondan otuz sene sonra da “Bulgar Tarihi” yazan Yerosimonah Spiridonun yazdığı başka bir eserde Bulgarslavları şimdi doğrudan “Bulgar-Slavları” olarak anılmaktadır. Yerosimonah Spiridonun eseri “Bulgar Slavları Halkının Kısa Tarihi” aslında ise – “Kratka İstoriya za Bılgarskiya Slavyanski Narod” adını taşır…
Bulgarslavı Devleti bu hakikatlere rağmen; “Bulgar” adından, her zaman korkar ve rahatsız olur. Bulgaristanı kırk küsur sene idare eden Komunist Partisi 1956 yılı Nisan Plenumundan evvel, Bulgartürklerinin adlarının değiştirilmeleri plânlanırken, Partinin Politbürosu celselerinde, “Bulgaristanın”, adının değiştirilmesi, sık sık gündeme getirilir. Buna sebep “Bulgaristan” adının, bu ülkenin asıl sahipleri Bulgartürklerini göstermesindendir. Politbüroya bu hususta getirilen tekliflere rağmen, Bulgaristanın adının değiştirilmesine bir türlü karar alınamaz.
Bulgaristanın adının değiştirilmesi hususunda endişeye sebep, sadece adın, Bulgartürklerine ait olması, değildir. Bugün “Bulgar” diye anılanların; yarı yarıya değil, yarısından fazlasının Bulgartürkü olmasıdır. Yani bugün “Bulgar” geçinen, Bulgarslavlarının yaradılışları bakımından yüzde ellisi doğrudan doğruya Bulgardır, yani Türktür! Bunu ıspatlamak için, onların taşıdıkları; “Arabaciev”, “Söylemezov”, “Garipov”, “Balinov”, “Vazov” (Ayvaz adından), “Kadıev”, “Myuftiev”  gibi soyadlarına bakmak, yeterlidir. Bunlar, ya Slavların aralarında kalan ve Hrıstıyanlıklarında direnen Slavlaşan Bulgarların (Türklerin), ya da zorla Hrıstıyan yapılan Bulgartürklerinin soyadlarıdır. Diğer taraftan bugün Bulgaristanda “Türk” denilen asıl Bulgarlar, meydandadır. Görülen bu hakikatlerden hiçbir şekilde kaçınılamaz. Hakikatlere yanaşmakla, onlara haklarını vermekle, hakikatlerle alâkalı meseleler çözülürler.
Bulgarslavlarının; Bulgar – Slav karışımı olduklarını kabul etmedikleri takdirde; onların ne dillerini, ne kültürlerini, ne de tarihlerini aydınlatmak, mümkündür. Aslında geçmişin başında, Almanlar gibi, Türk ırkından olan Slavların, bu halleri tekâmüllerinin neticesidir. Bu tespitlerde hakikat olmayan, garip olan hiç bir şey yoktur. Hakikatler kabul edildiklerinde; Bulgar, Slav; Bulgarslavı ve Bulgartürkü gerçekleri yerli yerine oturur.
Bulgartürkleri, Bulgarslavlarıyla aynı antropolojik yapıya ve aynı kültüre sahiptirler. Yalnız dilleri ve mensup oldukları dinleri farklıdır. Öyle ki onların iktidarda bütünleşmeleri, tabiîdir. Bulgarslavları samimi oldukları sıralarda; müsait şartlarda Bulgartürklerinin, Bulgarslavlarına ve Bulgaristana kendilerinden sadık olduklarını, söylerler. Doğrudur; Bulgarslavlarının, Bulgartürklerine uyguladıkları zulmü; onlara Bulgartürkleri uygulamış olsalardı; Bulgaristanda, Bulgarslavından eser bile, kalmazdı…

Menşe Bakımından Bulgaristan Nüfusunun Yapısı
Başta Hrıstıyan âlemi olmak üzere Rusların 1878’de kurdukları ve güya 1913’de kuruluşu tamamlanan Bulgarslavı Devletinin; Timok, Strimona, Serrhes hattının doğusunda kurulması, tamamıyla tarihi hakikatlere aykırıdır. Burada, yani Timok, Strimona, Serrhes hattı doğusunda, hiçbir zaman, ne Slav devleti, ne de Bulgarslavı devleti kurulmuştur, ne de mevcut olmuştur. Yalnız başına bu hakikat bile, 1878 yılında burada kurulan Bulgarslavı devletinin, buralarının tabiatına aykırı olduğunu, gösterir.
Tarihte, Balkanlar için “Bulgar” adının kullanılışında üç merhale sezilir. Milâttan hemen sonra “Bulgar” adıyla, Batı Karadenizden, Adriatik denizine; Tuna nehrinden, Akdenize kadar ahalinin belirlendiği olur. Bu “Bulgar” adının kullanılışında ilk merhale sayılır. İlk merhalede “Bulgar” sözü etnonim olarak, öz anlamını, has manasını korur. Yalnız “Bulgar” adı altında birleşen Türk boylarını ifade eder. Bulgar boyları; Almanya, İtalya, Balkanlar ve Kuzey Karadeniz havzasından, kuzeye genişleyip, giderler.
İkinci merhalede Roma hâkimiyetinin Anadoluda ve Balkanlarda otoritesi güçlendikçe, Anadoludaki Pers ahali ve Balkanlardaki Bulgar ahali “Romey” olarak, anılmaya başlar. Romeyler, Roma imparatorluğuna tabî ahalidir. O zaman içinde Roma imparatorluğu hükmüne aralıklarla dâhil edilebilen ahali de “Bulgar” olarak, anılır. Bu aralıklarla Roma imparatorluğuna bağlanabilen ve “Bulgar” olarak anılan ahali, Timok, Strimona, Serrhes hattı batısında yer alır. Bunun dışında, Roma imparatorluğunun hükmüne alamadığı Kuzey Karadeniz ahalisi de “Bulgar” olarak, anılmaya devam eder.
Mevzuyla alâkalı Üçüncü merhale, ikrar edilen din ile alâkalıdır. Bilindiği üzere Milâdın birinci asrından itibaren Anadoludaki ve Balkanlardaki Romeyler, Hrıstıyanlığı kabul ederler ve “Romey” olarak, anılmaya devam ederler. Bu esnada Anadolu ve Balkanlar için, Roma İmparatorluğu devri kapanır; Byzantion Koloni Sistemi devri başlar. Romeyler, Byzantion Koloni Sistemine kolonluk yaparlarken, yedinci asrın ikinci çeyreğinde, insanlığa İslâm dini ihsan edilir. O zaman Byzantiona kolonluk yapan Romeyler, yozlaşan Hrıstıyanlığı, İslâm dinine benzeterek, ıslah etmeye çalışırlar. Bu sebepten buraları İslâm dininin yayılışıyla Tasvir Yırtıcılık devrini yaşar (7., 8., 9. asır). Tasvir yırtıcılık yalnız Romeylerin arasında cereyan eder; Greklerin, Slavların aralarında cereyan etmez. Tasvir yırtıcılık Romeyleri, İslâm dinine götürür. Romeyler çoğunluk olarak İslâm dinine geçip, “Rum” adını alırlar; burası “Rumeli” olarak, anılmaya başlar
Üçüncü merhalede Timok, Strimona, Serrhes hattının batısındaki ahali, ara sıra Roma İmparatorluğu hâkimiyetine, girdiğinden dolayı “Bulgar” adını, taşımaya devam eder. Şimdi onlar eski Hrıstıyan Bulgarlar olarak, Hrıstıyanlıklarını muhafaza etmeleri sebebiyle de “Bulgar” olarak, anılmaya devam ederler. Bununla beraber, o sıralarda Timok, Strimona, Serrhes hattı doğusundaki Rumların, bir zamanki Bulgarlar oldukları, hatırlansa da, onlara “Bulgar” denilmekten, kaçınılır. Ancak yine de Karadenizin kuzeyindeki Müslüman ahalinin, halâ “Bulgar” adını taşıması, onların, bir zamanların Bulgarları oldukları tarihi hakikatleri canlı tutar.
Diğer taraftan; Timok, Strimona, Serrhes hattı doğusu Müslüman ahalisinin “Rum” olarak anılmasıyla beraber; burada Hrıstıyanlıklarında direnmeye devam eden Romeylere ve buraya gelen Avarlara, Kumanlara, Hrıstıyan olmaları itibarıyla “Bulgar” denilmesi; belirlenen hudutların, dışına çıkılması, demektir; çünkü bu bapta, etnik esasta mesele çıkar. Meselâ burada sıraladığımız Avar ve Kuman boyları Türktür; ancak onlara Hrıstıyan oldukları için “Bulgar” denildiği vakit; Bulgar adının İkinci merhalede kazandığı, “Hrıstıyan” manası akla gelir. Bu manaya göre şimdi “Bulgar” denildiğinde, evvelâ “Hrıstıyan”; sonra Timok, Strimona, Serrhes hattı batısında teşekkül eden Bulgar-Slav kırmaları söz konusu olurlar. Netice itibarıyla bazı kaynakların Tırnova Kuman Krallığını, Hrıstıyan olduğundan “Bulgar” göstermeleri, onların hiçbir şekilde Bulgarslavı oldukları manasına gelmez; Hrıstıyan Türk oldukları manasına gelir.
Timok, Strimona, Serrhes hattının doğusu, on dokuzuncu asrın ikinci yarısında Bulgarslavı devleti kurulurken, umum itibarıyla Türklüğünü muhafaza eder ve umum itibarıyla, Müslümandır. Bunun için Hrıstıyan âlemi ve Ruslar, kurulan Bulgarslavı devleti için, payitaht bulmakta zorluk çekerler. Çünkü payitahtlar, devletin esasını teşkil eden milletin ortasında yer alırlar. Ancak Timok, Strimona, Serrhes hattı doğusunun her yeri, umum itibarıyla, Türktür. Bu sebepten Hrıstıyan âlemi, tarihe müracaat eder. Tarihte bazı kaynaklarda Kuman Krallığı “Bulgar” olarak geçtiğinden, onun payitahtı Tırnova, yeni kurulan Bulgarslavı devletinin payitahtı yapılır. Başka türlü Tırnova eyaletinin çoğunluğu Bulgartürküdür.
Çeşitli sebeplerle; Timok, Strimona, Serrhes hattının doğusuna gelen ve çeşitli sebeplerle buralara yerleşen, Bulgarslavlarına, burada devlet kuruvermekle; Müslüman Bulgartürklerinin soykırıma, tabî tutulmaları için, davetiye çıkarılır. Çünkü devlet, çoğunluğun üzerine kurulur; burada Bulgarslavları ise, Bulgartürklerine bakarak, hiç denilecek kadar azdırlar. Hrıstıyan âlemi Grek, Sırp, Karadağ devletlerinin kuruluşlarında oradaki Müslümanların nasıl yok edildiğine, şahit olduğundan, Bulgarslavlarının da, onlar gibi Bulgartürklerini katledeceklerini, bildiğinden, Bulgarslavı devletinin bünyesine Türk soykırımını programlar.
Bulgarslavı Devleti, birbirini tutmaz etnik unsurlardan teşekkül ettiğinden; bünyesi sağlıksız, gıdasız ucube yaratılışıyla, Hrıstıyan âlemini geleceği için daima kaygılandırır. Buna göre Bulgarslavı Devletinin ilk idarecilerinden, şimdiki idarecilerine kadar, iç siyasetlerinde itibara aldıkları hedef; diğer milli unsurları eriterek, homojen Bulgarslavı milleti tesis etmek olur. Lâkin halâ bu emellerine ulaşamamaları, onları hakikatlere karşı muamelelerinde; sağlıklı akıldan, sağlıklı düşünceden, mahrum etmektedir.

Bulgarslavı Devletinde Hrıstıyan Unsur
Bulgarslavı Devletine bırakılan “Azınlıklar Siyaseti Projelerine” göre, bu siyaset, iki taraflı yürütülür; Hrıstıyan azınlıklar ikna yoluyla, Müslüman azınlıklar Hrıstıyanlaştırmalarla ve soykırımla tüketilirler. Buna rağmen Bulgaristanda homojen “Bulgar” milleti teşekkül edilmesine, ilk karşı koyanlar; Hrıstıyanlık yahut da Panmoskovist çağrılarına aldırmayan Romanya, Sırbistan ve Grekistan devletleri olurlar. Bu ülkeler; Bulgaristandaki soydaşlarının haklarının çiğnendiklerini, bahane ederek; Bulgaristandan, devamlı olarak toprak taleplerinde bulunurlar, hattâ bunun için onunla muharebe ederler; soydaşlarıyla alâkalı, Bulgarslavı Devletini rahat bırakmazlar. Romenlerin, Greklerin, Sırpların, Makedonların; Bulgarslavlarına katılmalarını, devamlı engellerler.
Bununla beraber onlar, ülkelerinde bulunan Bulgarslavlarını; Bulgarslavı Devleti gözleri önünde; Grekleştirirler, Romenleştirirler, Sırplaştırırlar. Belirttiğimiz gibi; Bulgaristanda varlıklarını sürdüren ne Romeni ne Sırbı ne Greki ne de Makedonu; millî kimliklerinden taviz vermezler. Buna karşılık Bulgaristan hudutları dışında kalan Bulgarslavı asıllılar; yalnız Türk Devletinde bulunanlar istisna, az evvel belirttiğimiz gibi, amansızca hazmedilirler.
Bulgaristan nüfusunun Hrıstıyan kısmını bugün “Bulgarız” diye geçinen bir avuç adsız Slav ve Sırp, Makedon, Ulah, Grek, Karakaçan, Gagavuz, Hint-Avrupa dili konuşan Roman, teşkil eder. Bulgarslavı Devleti; Hrıstıyan komşularından Grekistan ve Romanyanın, kendi azınlıklarına karşı uyguladıkları başarılı eritme siyasetlerini, her zaman imrenerek izlemiş, lâkin kendisi, Hrıstıyan vatandaşlarını eritmekte, onlar kadar başarılı olamamıştır.
Bulgarslavı Devletinin anti Sırp; anti Romen, anti Grek ve anti Makedon siyasetlerine rağmen, bugün bu devletlerin hudutlarına yakın halk; Sırpça, Ulahça, Grekçe, Makedonca konuşur; umum itibarıyla Sırp, Romen, Grek, Makedon radyo ve televizyon yayınlarını takip eder; sırası geldiğinde de kendilerinin Makedon, Sırp, Grek, Romen olduklarını, böbürlenerek söylerler… Meselenin garip tarafı, Bulgarslavı devletinin yaptığı tespitlere göre, bu, bilhassa “Makedonlukla böbürlenmeye”, “İç Bulgaristanda” (Vıtreşna Bılgariya), yoğun olarak rastlanır. Yani “Bulgarlıkta” gururlanacak bir şey bulamazlar. Bu hakikat Bulgarslavlarının, halâ “Bulgar” adını, yadırgadıklarını, gösterir.
Ucu eski Rus iskân siyasetlerine dayanan bir ananenin devamı olarak; Kraliyet Rejiminde – devlet; Komunist Rejiminde – Komunist partisi tarafından; Makedon ve Sırp hudutlarından, halk yer yer alınır, Bulgaristanın doğusuna, Bulgartürklerinin yoğun oldukları yerlere gönderilir. Bu göndermelerin netice vermediğini gören devlet, onları zaman zaman tekraladığından, iskân siyasetini, güdümden çıkarır ve Batı Bulgaristanı, boşaltmanın eşiğine getirdiğini, görmezden gelir.
Bu gün Bulgaristan nüfusunun, dörtte üçü, payitahtın haricinde; Doğu Bulgaristanda bulunur. Ülkeyi idare eden Bulgaristan Komunist Partisinin, meşhur Nisan Plenumundan (1956) evvel ve sonra; bu gerçekler, defalarca gündeme getirilirler. Çözüm olarak, Osmanlı devrinde Besarabyaya ve Kırım yarımadasına göçen Bulgarslavlarının ve Gagavuzların, Bugaristana getirilmeleri gündeme gelir. Sovyetlerden alınacak göçe, göçmek isteyen Ruslar da, dâhil edilirler.
Bulgarslavı devleti, Panslavist plânlarına göre; Varna, Burgas, Smolyan, Kırcali sancakları; sonraları da Dobruca, Deliorman, Rodoplar ve Aytos dağları ve yaylalıklarından – Stranca alçaklarına kadar, Bulgartürkleri topraklarını, Batı Bulgaristandan getirdiği, Bulgarslavlarına, peşkeş çeker. Onların bu girişimlerini, daha sonraları, toprakların devletleştirilmesi, kooperatifleştirilmesi, kolaylaştırır. Bulgarslavı iskâncılarına getirildikleri topraklarda, her türlü güzellikler sağlanır.
Bulgarslavı devletinin başlattığı bu iskân politikalarının, ne kadar garip oldukları yıllar sonra belli olur. Yoğun Türk köyleri arasına yerleştirilen beş on iskâncı aileye, Müslüman köyünde kilise inşa edilir, Hrıstıyan mezarlığı oluşturulur. Yerleştirildikleri köylerde beş on yıl bu yalnızlığa tahammül eden, iskâncı Bulgarslavları yörenin merkezindeki kasabada toplanmaya mecbur kalırlar. Sonra Müslüman köylerinde bıraktıkları kiliseler viraneye dönüşür, mezarlardan ölülerini çıkartarak, yeni yerlerine götürmeye mecbur kalırlar. Sonra da, bu yerleri, oralarda “Kilise var!”, “Hrıstıyan mezarlığı var!” diye,  utanmadan “Bulgar” , belletmeye çalışırlar.
Bulgarslavı devletinin Kraliyet devrinde başlattığı, Bulgartürkü topraklarını, Slavlaştırma iskân politikaları, Komunist rejimde devam eder. Marksist Rejim, Bulgartürkü topraklarını Slavlaştırma siyasetini, Bulgarslavlarının, Bulgartürkleri topraklarına Komunizmi götürmeleriyle, açıklar. Bulgarslavı Devletinin asıl maksadı ise; bir taraftan Makedonları, Sırpları, “Bulgar” yapmak; öte taraftan, Bulgartürklerine zulüm ettirterek, topraklarından, kaçırmaktır. Başarılı olurlar; çünkü gelenler, geldikleri yerlere ideoloji değil, baskı götürürler. Maksat üzüm yemek değil; bağcıyı, bağından kovmaktır…
Lâkin Bulgarslavı devleti Bulgarslavlarını yaymaya istediği Bulgartürkleri bölgelerinde, azlık olmalarından dolayı, bazı şehirlerin dışında, başarılı olamaz. Kandırmalarla göçtürülen insanlardan, vardıkları yerleri acilen Bulgarslavlaştırmaları istenilmesiyle, kalır. Daha kötüsü Bugarslavlarının alındıkları yerler kurur giderler. “Nasıl olsa, bu yerlerde soykırıma uğratılan Türkler, dirilmeyecekler!” diye, “Burada Türk tehlikesi yok!” diye, bu yerler inatla boşaltılır.
Bu günkü Bulgaristanın batısından, Yugoslavya ve Grekistan hudutları istikametinden, hedeflenen Bulgartürkleri bölgelerine göçtürülen ahaliyle, oraları, adeta boşaltılır. Buradaki ehli yerler şimdi batıp, vahşileşmekte; insansızlıktan işlenilememekte, iktisatları perişan vaziyettedir. Bazıları bir tesadüf eseri, dede köylerinden geçtiklerinde, oralarını adeta tanıyamazlar. Bir zamanlar Cennet gibi aydınlık içinde olan bağlar, bahçeler, ekin tarlaları, hayvan sürülerini toplayan seslerle dolu şirin köyler; şimdi kararmışlar, sönmüşler, karanlık dünyalara benzerler.
Bu yerlerde kalan az sayıda biçareler öldüklerinde, ayağı üstünde durabilen, iki üç kişiden biri tarafından, beygir arabasıyla mezarlığa taşınır. Bir kişi sabahtan, akşama kadar mezar kazar, ölüyü gömer ve akşamüstü arabada, ölünün yerini almış, ıssız köyüne döner… Akşam iki-üç kişi toplanıp, ölüyü anarlar… Bu sebepten olacak, aralarından bazıları, şimdi Bulgarslavlarının, Bulgartürklerine yaptıkları zulüm, mevzuu bahis olduğunda “Ben, Bulgar değilim, Makedonum!” veya “Ben, Sırbım, Bulgar değilim!” deme ihtiyacı duyar. Bütün bu hakikatler, Timok, Strimona, Serrhes hattı doğusuna Bulgarslavı devletinin kurulmasıyla, ne büyük trajedilere sebep olunduğunu, gösterirler.
Bulgarslavlarının; Hrıstıyanlıklarına dayanıp, kolayca sindirmek istedikleri, Slavlığa yabancı millî unsurlardan evvelâ “Çerni Vlasi” dedikleri Kara Ulahlar gelmektedir.  Bunlar 19. asra kadar konargöçerdirler. Sayıları yüz binin üzerinde verilen Ulahlar, umum itibarıyla Kocabalkanın batı kesimlerinde, Tırnova, Vidin yörelerinde, bir kısmı da Grekistan hududu kuzeybatısında bulunurlar. Bu istikamet, yakına gelinceye kadar, küçükbaş hayvancılıkla geçinen bu Ulahların, göç yollarına işaret eder. Hrıstıyan ve Bulgarslavlarına yakınlıklarıyla bilinen bu Kara Ulahların, asimle edilmeleri, ilk zamanlar cesaret verici olsa da, bu sırada işi daha çabuk bitirmek isteyen Bulgarslavları baskıları artınca, Ulahlar arasında Romanyaya gizli göçler başlar.
Romen Hükümeti, bu göçleri idare eder ve müsamaha gösterir. İltica eden Ulahların hiç birini, mevcut anlaşmalara rağmen Bulgaristana iade etmez, ancak kendine sığınmak isteyen Bulgartürklerini, hep iade eder. Ayrıca Ulahlara yapılan baskıları milletlerarası seviyelerde her vesileyle dile getirir, memnuniyetsizliğini belirtir. Seksenli yıllarda, buz tutan Tuna nehrini binlerce Ulahın geçip, Romanyaya iltica etmeleri, Bulgarslavı Devletini hayal kırıklığına uğratır. Ancak Bulgarslavları bu ve benzeri hadiselerden ders almayıp, tuttukları hatalı yolda, körü körüne, yürümeye devam ederler.
Şimdilik sadece Hint-Avrupa dillerinden konuşan Hrıstıyan Romlar ile Grek azınlıkları; Bulgarslavlarına her cihetten uyum sağlamış gibi görünürler. Daha fazla Batı Bulgaristan, şehirleri ve köylerinde yaşayan Hint-Avrupa ırkından olan bu topluluklar kendilerini “Rom” diye tanıtırlar. Onlardan bazıları “Koponar”, bazıları da sepetçilik yaptıklarından olacak “Koşniçar” diye anılırlar. Umum itibarıyla, Hrıstıyanlıkları Osmanlı-Rus harbinden sonra (1878), başlar. O zamanlar Müslümanlıktan, Hrıstıyanlığa geçirilirler. Sayıları 200,000’in üstünde oldukları zannedilir. Onlar aşağılık hislerinden, etnik vasıflarını kaybetmeye hazır olmalarıyla beraber, Bulgarslavlarına yanaştıkları görülür. Lâkin Bulgarslavlarının milliyetçi kesimleri, mevcudiyetleri için onları sindirmeyi kabul etseler de, sıradan Bulgarslavları, Romları aşağılık gördüklerinden, hazmedilmelerinin vakit alacağı, anlaşılmaktadır.
Bulgaristanın güney Karadeniz kıyılarında ve Güney Bulgaristanın Filibe şehri yöresinde biraz Grek ahali bulunur. İkinci Cihan Harbinin bitmesiyle, Grekistanda patlak veren İç harpten sonra, birçok Komunist taraftarı Grek asıllı kişiler Bulgaristana iltica ederek, burada eski Grek tabakasını yenilerler. Bu son gelen Greklerin çoğu, seksenli yıllarda, Grekistana döndülerse de, Komunist rejimi esnasında Grekleri, Bulgarslavları tacizlerinden korudukları, söylenebilir. Ancak Güney Karadeniz kıyılarında bulunan az sayıda Grek köylerinin zorla dağıtıldıkları ve mekteplerinin kaldırıldıkları ayrı, feci gerçektir. Grekler, yapılanlara mukavemet göstermemekte ve kendilerine has bir tutumla hattâ Bulgarslavlarına uyduklarını sergilerlerken, diğer taraftan gizlice çocuklarını Grek ruhunda, yani Bulgarslavı düşmanlığı ruhunda yetiştirirler, çeşitli vasıtalarla Bulgarslavlarını yönlendirirler, onlara şarkılarını söyletirler, Grekliğe hayran bırakırlar.
Pirin bölgesinde ve Kocabalkanın İslimiye eteklerinden doğuya doğru dağlarda; “Karakaçan” olarak bilinen ve kelime hazinelerinde Bulgartürkçesinden daha çok olmak üzere, Bulgarslavcasından ve bir miktar Grekçeden sözler bulunan, sayıları yüz bine varan ve hayvancılık ile geçinen konar-göçerler vardır. Bunlar Bulgarslavları ve Grekler arasında küçükbaş hayvancılıkla geçinen eski Yörük aşiretleridir. Bana; onların “Karakaçan” diye anılmaları; Kürtlere “Kıro” denilmesini, hatırlatır. Bilindiği üzere; “Kürt” ve “Yörük” sözleri, halk adı olmayıp, yerleşik Türklerin konargöçerlere verdikleri adlardır. Yaylaya göç esnasında eşyalarını yükledikleri develerin önünde eşek yürür, yani “Karakaçan” adı da, “Kıro” adı da, buradan gelirler.
Hrıstıyan olan bu Karakaçanlar, son zamanlara gelinceye kadar yaylalarda, kışlıklarda koyunculukla geçinirlerdi. Tespit edilmiş belli bir yerleri yoktu. Osmanlı Devletinin kalkmasıyla, genelde kışları Akdeniz kıyılarına, yazları Pirin ve Rila dağları yaylalıklarına çekilen Karakaçanlar; şimdi Bulgaristanın Makedonya kısmında ve Kocabalkan eteklerinde konaklarlar. Karakaçanlar yayladıkları müddetçe kendi şivelerini ve kültürlerini muhafaza ettiler.
Karakaçanlar Kraliyet rejiminde yerleşik hayata geçmeye başlasalar da; Bulgarslavı devleti maarifiyle fazla işleri olmadığından, eski hallerini muhafaza ettiler. Onlar Komunist rejimde altmışlı yıllara kadar, yerleşik hayata geçince, Bulgarslavlaşmaya başladılar. Bu meyillerinden dolayı Bulgarslavları onları asimle edebileceklerini düşünürler. Bulgaristanda çeşitli milliyetleri bir büyük cadı kazanında kaynatarak, eritme kampanyasında; Romanlar, Makedonlar, Sırplar ve onların kader yoldaşları Kara Ulahlar, kendi millî kimliklerini korurlarken; Karakaçan ve Gagavuzlar, Slavlaşmak üzeredirler.
Gagavuzlar; umum itibarıyla Kuzeydoğu Bulgaristanda; Varna, Provadi, Tutrakan, Silistre; batıda Dobruca istikametinde ve Tuna Havzasında yaklaşık 250 – 300 bin civarındadır. Komunist rejiminden evvel Gagavuzların Türklük hisleri güçlü, milli kimliklerine bağlı ve inançlı, hattâ aralarına; muallim ve muhtar olarak gönderilen Bulgarslavlarına Türkçe öğrettiklerini Gagavuz münevveri Manov yazmaktadır. (Manov A., Potekloto na Gagauzite. Varna 1938). Bulgaristandaki Gagavuzlar burada Komunist iktidarından sonra milli kimliklerini unutmaya başlarlar. (Marinov V., Prinos za izuçavaneto na bita i kulturata na turtsite i gagauzite v severoiztoçna Bılgariya. Sofiya 1965).
Gagavuz Türklerinin dinlerinin Hrıstıyan olması; eğitimlerinin dillerinde yapılmaması, ayrıca onlara her iki tarafın da “Bulgar” gözüyle bakması, Slavlığa yatışmalarındaki esas sebeplerden biri olmaktadır. Türk insanının; malından çok maneviyatına düşkünlüğü, maneviyatın özünde de din bulunduğu ve bu dinin Gagavuz Türkleri için hâkim Bulgarslavlarının dinleri olduğu dikkate alındığında; şimdiki şartlarda, Gagavuzların istikbali belirsizliğini, korumaktadır.

Bulgarslavı Devletinde Müslüman Unsur
Bugün Bulgaristan nüfusunun diğer kısmını teşkil eden Müslümanlara sıra gelince; onların esas nüfusu Bulgartürklerinden, Pomaktürklerinden, Bulgartürkü dilinden başka dil bilmeyen Türkçingenelerinden ve “Roman” da, “Dale” de, denilen Hint-Avrupa dili konuşan Müslümanlardan oluşmaktadır.
İslâm dini buralara tezahürüyle yayılmaya başlar. Burada da, Romeyler arasında “Tasvir yırtıcılık” olarak bilinen, Hrıstıyanlıktan, Müslümanlığa geçiş devri yaşanır.  İlginçtir; Tasvir yırtıcılık cereyanı, yalnız Romeyler arasında yaşanır. Başka bir ilginç taraf Greklerin, Slavların ve diğerlerinin, hiçbir zaman Romey olarak, anılmamalarıdır. Bu hakikat de, Romeylerin yani Türklerin dışında kalanların, o devirlerde esamilerinin bile okunmadıkları, manasına gelmektedir.
Bulgartürkleri burada, Uz, Kuman, Peçenek, Avar, Bulgar, Hun, Trak, Skit ve Kimmer boylarının uzantılarıdır. Bu hakikat tarihi kaynaklarca ve arkeolojik kazılar ile doğrulanır. Çoğunluğu Hrıstıyan olan Bulgartürklerinin, 7. asırdan itibaren, daha tezahürüyle İslâm dinine geçmeğe başladıkları, hakikattir. Bir zamanlar Orta Tuna Havzasına, Alplere uzanan Bulgar unsuru, Batıda ya Hrıstıyan olduğundan hazmedilir ya da Müslüman olduğundan, soykırıma tabî tutularak, tüketilir. Buralarda, bu Müslüman Bulgartürkleri arasında, Osmanlı devrinden evvel; Hrıstıyan ve Musevi cemaatleri bulunduğu bilinmektedir.
Rumelindeki Bulgartürklerinin, Anadoluda Rum Sultanlığıyla işbirlikleri, daha Nogay Han zamanında göze çarpar. Nogay Han 1242 yılından, öldüğü 1299 tarihine kadar; Timok, Strimona, Serrhes hattından, Kırıma; kuzeyde Rusyaya ve Karpat dağlarına kadar uzanan Rumeli hakanlığının hakanı; Sırpların, Byzantion Koloni Sisteminin ve Rusların korkulu rüyasıdır. Rumeli Hakanlığı ve Anadolu Rum Sultanlığı işbirliği esnasında, sonraları, araya uyduruk “Kayı” boyu sokulması maksadıyla, “Osmanlı” olarak anılacak Atamanoğlu Beyliği, Rumelinden, Anadoluya geçer. Öyle ki, kim ne derse, desin; Osmanlı devletinin ve Türkiye Cumhuriyetinin kurucularının Bulgartürkleri oldukları, hiçbir ilim adamının inkâr etmeye cesaret edemediği, tarihi hakikatlerdendir.
Osmanlı hâkimiyeti Balkanlara, Ortatuna Havzasına, Eflâka, Boğdana ve Kırıma; Bulgartürkleri üstünden, yani Rumeli Rumları üzerinden, yayılır. Osmanlı tebaası olarak Rumeli Rumları; bir zamanlarki Rumluklarını, Romeyliklerini, Bulgarlıklarını unuturlar. Osmanlıyı ayakta tutan tabaka olduklarından, ötede beride yürütülen harplerde harcanırlar. Nihayet Osmanlı devleti çökmeye başladığında, buralarda Sırp, Karadağ, Grek, Romen devletleri, sonra da Bulgarslavı devleti kurulur. Bütün bu devletler, Bulgartürklerinin üzerlerine çullanırlar. Yılların geçmeleriyle, bu günkü Bulgaristanın batısında Bulgartürkleri tükenme sınırına getirilirler, doğusunda ise çoğunluklarını korusalar da, bazı yörelerde, azınlık kalırlar. Bu kader değildir, akıbettir.
Sıra Pomaktürklerine gelince; Slavların, aynen Almanlar, Fin-Ugorlar gibi bir zamanların Türk ırkından olduklarını, dikkate almak, lâzım gelir. Slavları, Balkanlara gelişleri itibarıyla, ikiye ayırmak icap eder. Birileri, yani Sırp ve Hırvat Slav boyları, ME 7. asırda Avarlar ve Byzantion Koloni Sistemi tarafından, şimdiki bulundukları yerlere getirilirler; diğerleri de, yani Slavlardan Pomak boyları Alp ve Karpat dağları kuzeybatısından, Milâttan evvel Türk boylarıyla Karpatların, Kafkasların doğusundan, Mezopotamyadan, güneye inerler. Onların ilk izlerini Polonlarda, Sümer Türklerinde; son izlerini de, İslâm dinini yayan Sarasinlerde görmek, mümkün olmaktadır.
Eskilerde Pomaktürklerinin dilleri, antropolojik yapıları, kültürleri; yine eskilerde dağlarda yaşayan, odunculuk, kömürcülük ve küçükbaş hayvancılıkla geçinen Türk boyları hayatlarını tekrarlamaları, her iki unsurun birbirleriyle kaynaşmış hallerinin, dondurulmuş şeklidir. Pomaklar, Türk ve Slav kabilelerinden oluşan Sarasinlerin neslinden olduklarından, Müslümanlıkları; Bulgartürklerinin Müslümanlıklarından daha eskilere dayanır. Bunun için bu hususta Bulgartürkleri, onlara “Eski” manasında, “Ahren” derler. Yani Balkanlara, daha yedinci asırda, İslâm dinini götüren Sarasinler arasında Pomaklar da vardır.
Bulgarslavı iktidarının bilhassa ilk elli yılında Pomaklar; Bulgartürkleriyle beraber; Müslümanlıklarını ve topraklarını Şeyh Şamil kahramanlığıyla müdafaa ederler. Yeşilköy muahedesine karşı; Rodopları ve Trakyayı içine alan Bulgartürkü Hükümetinin ve Balkan Harbinden sonra Doğu Rodopları ve Batı Trakyayı kapsayan Bulgartürkü Cumhuriyetinin, Cumhurreisleri Pomaktürküdür. Onların, Bulgarslavı Devletinin saldırılarına direnişlerini, en güzel ve gerçek bir şekilde meşhur Bulgarslavı yazarı Hristo P. Konstantinov “Straşnata Prolet v Ahı Çelebi-1876” ve “Nepredadenite sela” eserlerinde anlatmaktadır.
Deliorman ve Dobruca Türkleri arasında; Türkleşmiş Çerkezler ve “Tatar” diye anılan aynı zamanda Kıpçak Türklüklerini koruyan Doğu Bulgarları ve İkinci Cihan Harbi sırasında, Stalin katliamından buralara sığınan Kırım Tatarları (Bulgarları) vardır. Onlar gayet tabiî olarak, Bulgartürklerine yatışmaktadırlar.
Büyük bir talihsizlik olarak “Çingene” adı; Bulgartürkçesinden başka dil bilmeyen Türkleri ve Hint-Avrupa dili konuşan Müslümanları kapsamaktadır. Onlara toplu olarak, “Çingene” derler. Aslında ise “Çingene” farklıdır; “Roman”, “Dale” farklıdır. Çingeneleri ve Romanlarla beraber Daleleri, birbirlerinden, kati şekilde ayırmak lâzım gelir; Daleler ve Romanlar Hint-Avrupa dili; Çingeneler de Türkçe konuşurlar.
Müslüman Hint-Avrupa toplulukları Rodop dağlarında “Dale” olarak, “Çergeci” olarak anılırlarken; Yambol eyaletinde ve Trakyada “Roman” olarak da, anılırlar. Daleler ve Romanlar, yirminci asrın ellili yıllarına kadar Bulgaristanda konar-göçer olarak yaşarlar. Geçimlerini cambazlıkla, yani at, katır, eşek satarak, kalaycılık, sepetçilik yaparak kazanırlar.
Onlardan Sofya yöresinde yaşayanların Müslüman adları Balkan ve Birinci Cihan Harbi sonrası Hrıstıyan adlarıyla değiştirilir. O zaman onlardan binlercesi kaçıp, Osmanlı Devletine sığınırlar. Doğu Bulgaristanda bulunan bu Dalelerin ve Romların Müslüman adları ise, yetmişli yıllardan sonra Hrıstıyan adlarıyla değiştirilir. Hududun en sıkı korunduğu o zamanlarda bile üç – dört yıl içinde Bulgaristandan, Türkiyeye, hayatlarını tehlikeye atıp, dinlerini kurtarmak için, elli kadar aile sığınır. Şimdi gayri yerleşik hayat yaşamaya başlayan Daleler ve Romanlar, kendilerini Müslüman bilirler ve elbet de Müslümandırlar. Onlar, umum itibarıyla Bulgartürkleri aralarında veya daha sonraları onlardan boşalan köylerde yaşarlar.
Sıra asıl Çingenelere gelince, onlar Bulgartürkçesinden başka dil bilmezler ve Türktürler. Onların uçları Keltlere götürür. Keltler; Karpat ve Alp dağlarının kuzeyinden Fransaya, İtalyaya, Orta Tuna havzasına, oradan Balkanlara ve Anadoluya gelirler. Tarih, ME 3. asırdan itibaren, bu saydığım yerlerde, nerede Keltleri göstermişse, şimdi de, oradadırlar. Yalnız Fransada 18. asrın sonunda, Büyük Fransız İnkılâbı kargaşası esnasında, iki milyon Kelt katledildiklerinden, orada yokturlar…
Çingenetürklerinin dillerinde, Türkçenin çok eski devirlerinde rastlanan leksemlere, morfemlere rastlanır. Şimdi onlar hakkında kullanılan “Çingene” adı, Türkçede çok eskilerde “çıplak”, “fakir” ve “yoksul” anlamlarına gelmektedir. Bu Türk aşiretleri, öyle veya böyle fakir anılmalarıyla “Çingene” lâkabını hak ederler. “Çingene” sözü, manası bakımından “Yörük” ve “Kürt” sözleri gibi, sosyonimdir, yani etnonim değildir. Kullanılan “Kürt” ve “Yörük” sözleri, konargöçerliği; “Çingene” sözü de, fakirliği belirtir.
Çingenelerin şehir kenarlarında mahalleleri vardır. Kadınları bohçacılık, erkekleri amelelik yapar. Esmerdirler, bozdoğandırlar, Urfadan, Macar steplerine kadar akrabalıklarını sürmek, mümkündür; çalgıya zaaflarıyla bilinirler.

Dünya Kamuoyunu Ebediyen Rahatsız Edecek Tarihi Gerçekler
Bulgaristanın adının “Slavyanya” değil de, bizim için “Bulgaristan”, onlar için “Bılgariya” olması bile; Bulgarslavı Devleti iktidarlarını çıldırtan, kudurtan gerçeklerdendir. Kudurmaları bir türlü kurtulamadıkları “Bulgar” adından gocunmalarından gıcık almalarından kaynaklanmaktadır. Çünkü “Bulgar” etnonimi, Türk boy adlarından biridir. Söz olarak, Slav asıllı değil, Türk asıllıdır. Tarihe yazıldığı yıllardan beri, “Bulgar” etnonimi hep Türkü kasteder. Yani “Bulgar” demek, “Türk” demektir. Tabiî olarak, Fransada, “Fransız” adı, bu ülke topraklarının, Fransızlara ait olduğunu, gösterdiği gibi; “Bulgar” adı da, Bulgaristanda toprakların, Bulgartürklerine ait olduklarını, gösterir.
İşte bu hakikat, Bulgartürkleri üzerine oturtulan Bulgarslavı Devletini, tabiî olarak, hasta etmektedir. Bulgartürkleri üzerine oturtulduğundan, bağdaşamadığı bu hakikate karşı bir şey yapamadığından, şaşkına dönmektedir. Sanki “Bulgarın”, “Türk” olması hakikatinden, bir şey değişecekmiş gibi, yıllardır Türkiye Cumhuriyeti devletinden, ısrarla; Bulgaristana, “Bulgaristan” değil de, “Bulgariya” veya “Bılgariya” demesini, istemektedir…
Karpatların ve Alplerin kuzeybatısından, Alanlardan sonra Milâttan itibaren; Fransaya, İtalyaya, Almanyaya, Orta Tuna Havzasına ve Balkanlara inen Türk boyları, “Hun” ve “Bulgar” olarak, anılırlar. İşte Bulgarlar ve Hunlar o sıralarda, Balkanlarda mevcut Trak (Türk) tabakasını “Bulgar” olarak, yenilerler. Tarih, bugünkü Bulgaristan topraklarında; Traklardan sonra, Roma imparatorluğu hâkimiyetine girince “Romey” olarak, Hrıstıyanlıktan Müslümanlığa geçince de “Rum” olarak, anılacak Hunları, Bulgarları ve daha sonraları Avarları, Peçenekleri, Uzları, Kumanları ve devlet olarak birçok Bulgar hakanlıklarını tanır.
Tarih, Bulgaristan topraklarında; hiç bir Slav knyazlığı tanımaz. Meşhur Tırnova Kralı Şişman bile adından, sapına kadar Türk oğlu Türktür! Yani Kumandır ve onun bütün sülâlesi Osmanlı idaresinde yer alır. Şişmanlar; İslâm dinine geçen ne ilk Bulgarlardır ne de son Bulgarlardır. Bulgarlar daha İslâm dininin yayılışıyla; Hrıstıyanlıktan, İslâm dinine geçmeğe başlarlar ve bu hal Kuman Kralı Şişmandan sonra da, devam eder, gider. Vidin ve Makedonya krallıkları, Hrıstıyan Bulgarların krallıkları; Tırnova krallığı da Hrıstıyan Kuman Türkleri krallığıdır ve iki krallık, başından, sonuna kadar Rumeli hakanlığı vasallıklarıdır.
Byzantion Koloni Sisteminin Bu günkü Sırbistana ve Hırvatistana 7. asırda getirdiği Slavlar, hiçbir şekilde ve hiçbir zaman Timok, Strimona, Serrhes hattının doğusunda hâkimiyet kuramazlar. Aynı asırda Avarların Balkanlara beraberinde sürükledikleri Slavlar da, hiçbir zaman vaziyete hâkim olacak güçte değildirler. Öyle ki Byzantion kuşatmasına (626) Avarlar tarafından getirilen Slavlar, hedef olarak getirilirler, Byzantion surlarına Avarlar, kendileri çelik mihverlerle donanmış olarak hücum ederlerken, Slavlar çıplak hücum ettirilirler; taarruzlardan sonra, sağ kalan Slavlar da, acımasızca, öldürülürler. Slavlarla alâkalı tarihi hakikatler böyle iken, bu günkü Bulgaristanda, bilmem ne adında Slav boylarından bahsetmek, abesle iştigaldir.
Timok, Strimona, Serrhes hattının doğusunda, aynen Anadoluda olduğu gibi “Romey” olarak anılan Türkler, daha İslâm dininin yayılışında, Müslüman olunca “Rum” diye anılırlar ve buraları “Rumeli” olarak meşhur olur. Hrıstıyan âlemi “Bulgar” adını, 18. asırda Slavlara; “Rum” adını da, 19. asrın sonlarında Greklere zorla kabul ettirdiyse; Bulgarların, Rumların topraklarının, onlara verilmeleri için, kabul ettirir.
Aksi takdirde, on hanelik Osmanlı hanedanlığının Rumelini alması mümkün müdür?! Rumelindeki kadim Bulgar hakanlıklarının az ya da çok din bakımından İslâm dinine bağlı olmaları, onların Osmanlı hâkimiyetini kabul etmelerine esas sebep olan güçlü amillerden biri olur. Sayıları bakımından pek az yani – tam 400 hane (Nikov P., Turskoto Zavoevanie na Bılgariya i Sıdbata Na Poslednite Şişmanovtsi. Bılgarska İstoriçeska Biblioteka. Sofiya 1928) olan Osmanlı Beyliği; diplomasisine ve adaletli oluşuna dayanarak, kısa zamanda; evvelâ Anadoluda, ardından Rumelindeki Rum beyliklerini hükmüne alır. Anadoluyu ve Rumeliyi birleştiren; buralardaki emirlik ve sultanlıkların umum dilleri, umum kültürleri, umum dinleri ve adalete olan meyilleridir. Osmanlı ise kuruluşunda adaletidir…
Rumeli Rumları, Osmanlı hâkimiyetine geçtiklerinde bile, benim burada dediğim gibi, Bulgarlıkları hâlâ hatırlanır. Rumelindeki bir zamanların Hakanlıklarındaki Bulgartürkleri, Osmanlı hükmüne girişlerinden iki yüz yıl sonra, bile Vatikan Ajanı Pavel Georgiç tarafından, “Bulgar” olarak anılırlar: “Bulgarlar mağrur bir millettir ve onlar asil yüreklidirler. Şereflerine toz kondurmazlar ve bu niyette olanları öldürerek, intikamlarını alırlar. Bulgarlar burada Hrıstıyan halklarına ve Türklere karşı hoşgörülüdür. Greklere dost gözüyle hiç bakmazlar. Diğer Hrıstıyan halklara karşı ise iyi davranırlar ve çok samimidirler. Hâkimleri olan Osmanlılar, onlar sayesinde Avrupada bulunan topraklara sahip olmalarına rağmen, onlara lâyik oldukları değeri vermemektedirler…”.
Bu iktibasta dikkatleri çeken husus; kendisini resmen Hrıstıyan şövalyeliğine adamış bir kişi tarafından; Bulgartürklerinin “Bulgar” adıyla anılmaları; onların Hrıstıyan halklara dost gösterilmeleri ve Osmanlının Avrupaya kadar uzanmasında, burası hakanlıklarının, katkıları söz konusu olmasıdır. Bu Raporun devamında Ajan Pavel Georgiç, Slav asıllı olduğundan; Bulgartürklerini, yani onun dediği gibi “Bulgarları”, katiyetle Slavlardan ayırabilmektedir. Pavel Georgiç burada; Türke yabancı unsurlardan hiçbir etnonim kullanmadan, yalnız “Hrıstıyan” olarak bahsetmektedir.
Raporda Pavel Georgiç, bizim tespit ettiğimiz, şablonların dışına çıkmakta ve Hrıstıyanı, Bulgara yabancı bilmekte; Bulgarı da “Müslüman” kabul etmektedir. Yani Bulgarların dillerinin Türkçe, dinlerinin İslâm dini, olduklarından, onlardan “Bulgar” diye bahsetmekte ve bu şekilde, bu Müslüman Bulgarların yaşadıkları yerleri; Timok, Strimona Serrhes hattının doğusu olarak, göstermektedir. Burasının dışında Pavlo Georgiç “Bulgardan” asla bahsetmez. Burasının dışında yaşayanlar, onun için sadece “Hrıstıyan”dır. (İtalyada Milanoda Amvrazion adlı kütüphane. Şifre: R-94. Başlık: Discorso fotto dals Pavlo Georgiç Gentilnomo Ruguseo Alserenssimo Principedi Transilvania.; Drinov M., İzbrani Sıçineniya. Sofiya 1971. t.I. s:131.; Zapetov G., Bılgarskoto Naselenie V Srednite Vekove. Ruse 1902. s: 66-69).
Pavlo Georgiç’ten yalnız 45 yıl sonra yani 1640 yılında aynı yerleri ziyaret eden Evliya Çelebi; artık Türkleri seven o Bulgarlardan dem vurmamakta; burada yaşayan yerli halk hakkında, dini hoşnutlukla, onların milliyetleri hakkında da Türk boyları olarak, açıklamalar yapmaktadır. Buradaki insanların İslâm dinine olan bağlılıkları, Evliya Çelebiyi bir Müslüman olarak, tatmin etmektedir. Evliya Çelebi “Dobruca” dediğinde; Deliormanın Tuna Havzasından, kuzeyden-güneye bu çizgiden de bütün Karadeniz boyunu, Kırklareliye kadar olan araziyi, anlar. Yani Evliya Çelebi Kuzeydoğu Karadeniz Bulgaryasını ve Güneydoğu Karadeniz Bulgaryasını, hep beraber “Dobruca” olarak belirler; etnik bakımdan ise, buraları kendine göre “Uzi Eyalet” olarak bildirir. Seyyah, bazen de burasının ahalisinden “Gacal” yahut da “Çatak” olarak bahseder. (Periodiçesko Spisanie.god. XXI. Sofiya 1909. br 1-10.;LXX. svezka 9-10. Pıtuvane Na Evliya Çelebi İz Bılgarskite Zemi Prez Sredata Na XVII. Vek). Daha sonraları 17. asırdan sonra buralarının ahalisi hakkında söylenen “Bulgar”, “Gacal”, “Çatak”, “Uz”, “Türk” adları kaybolur, bu yerlerde yaşayanlar, “Osmanlı” ve “Müslüman” olarak anılırlar.
On yedinci asırdan itibaren devletin esasında oluşan “Osmanlı” olarak milliyetsizleşme ve buna ilâve olarak din esasında oluşan Ümmetleşme; buralarda binlerce yıldan beri yaşayan Türklerin Bulgarlıklarını, Rumluklarını alır. Şimdi tarihte ve coğrafyada meydana gelen bütün bu boşluk, Hrıstıyan âleminden sinsice doldurulur. Türklerin Orta Asyadan Anadoluya, oradan da Balkanlara geldikleri, kabul ettirilir. Sonra bu yerlerin, “Bulgar” adı verdikleri Slavların yerleri oldukları zihinlere işlenir. Sonra da bu “Bulgar” dedikleri Slavlara asıl Bulgarlar tutuverilerek, katlettirilirler…

Dünya Kamuoyunu Ebediyen Rahatsız Edecek Olan Rakamlar
Bulgarslavı Devleti henüz kurulmadan evvel, Batı ve Rusya kurulmasını tasarladıkları “Bulgaristanda”; ne kadar Müslüman, ne kadar Hrıstıyan olduğunu, araştırırlar. Bu araştırma yaptırtanların arasında en faal olanları Almanlar ve Ruslardır. Bu çeşit araştırmalar rapor muhtevasındadırlar. Rapor oldukları halde stratejik ehemmiyet taşırlar ve onlardaki veriler doğru olduklarından, gizlidir. Devlete hizmet için hazırlanan raporlar, siyasî maksatlarla, kamuoyu oluşturmak için kullanılmak istendiklerinde, tebliğlere dönüştürülürler. Raporlar tebliğe dönüştürüldüklerinde, ihtiva ettikleri veriler oluşturulmak istenilen kamuoyu hizasında değiştirilirler ve gerçekleri aksettirmezler.
Hrıstıyan asıllı araştırmacılar, devletlerinin verdikleri gizli veya resmi vazifelere dayanarak, kurulması tasarlanan Bulgaristan topraklarında, din farkı esaslarından, nüfus dağılımı üzerine araştırmalar yaparlar, raporlar hazırlarlar. Bu raporların kamuoyu oluşturmak için yayımlanmış halleri; hiçbir şekilde hakikati aksettirmez. Hrıstıyan âlemi ne pahasına olursa olsun; Timok, Strimona, Serrhes hattı doğusunda, Hrıstıyan devleti kurmaya karar almıştır; bu hususta kamuoyu oluşturulması için her türlü yalan, mubah sayılır. Bunun için kurulacak olan Bulgaristan topraklarında Hrıstıyanlar çok, Müslümanlar az gösterilirler.
Yine de, bu tebliğlerde sezilen hakikatler; sezilir olmalarıyla, az yahut da çok, meydana çıkmaktadırlar. Yani Batı ve Rusya; Timok, Strimona, Serrhes hattı doğusunda Müslüman sayısının az; Hrıstıyan sayısını çok gösterme arzularını, nüfus araştırmaları rakamlarına aktarırlarken; yalan yazdıkları, yalan söyledikleri, satır aralarında hissedilir. Meselâ yalan söylerlerken, buradaki dilleri Türkçe olan Hrıstıyan Türklerden (Bulgarlardan ve Gagauzlardan), bahsetmezler. Oysa Timok, Strimona, Serrhes hattı doğusunda dilleri Türkçe olan ve Türk olduklarından, kendilerini Müslüman Türklere daha yakın hisseden, çok sayıda Hrıstıan Bulgarlar ve Hrıstıyan Gagavuzlar vardır.
Timok, Strimona, Serrhes hatı doğusu nüfusuyla alâkalı din dağlımı veya etnik esaslarda nüfus dağılımı hakkında ne Osmanlı, ne de Cumhuriyet devrinde, kapsamlı araştırma, yapılmamıştır. Mamafih bu yerler, kayıtlı yerlerdir. Bu yerlerin, Osmanlı devleti tarafından, daha o zamanlar (19. asrın ikinci yarısı) Tapu Kadastro işlemlerine tabî tutuldukları, nazarı itibara alındığında; aynı esaslarda, Türk asıllı ilim adamları tarafından nüfus araştırmaları yapılmaması; üzücü ve düşündürücüdür.
Osmanlı Devletine gönderilen araştırmacılar; ister Batıdan olsunlar, ister Rusyadan olsunlar, bu alanda eğitim görmüş, kendi devletlerinin menfaatleri için, memur edilen fedakâr kişilerdir. Böyle bir kişi İstanbul Rus elçiliğinde, güya veznedar olarak çalışmış, Teplovdur. Onun topladığı bilgilere bakıldığında kariyerden istihbaratçı olduğu, anlaşılır. Bu veznedar Teplovun; Bulgarslavlarını her vesileyle övmesine, Bulgartüklerini aşağılamasına bakılırsa, azılı Müslüman düşmanıdır. Yine de V. Teplovun tebliğinde, Hrıstıyan nüfusun yalnız Tırnova ve Sofya havzalarında çoğunluk olduğu yazılıdır. (Teplov V., İz Vospominaniy. Russkiy Vestnik. Moskva 1880. No 5. 410-435). Bu çeşit tespitler, her şeye rağmen, diğer araştırmacıların tebliğlerinde de görülürler.
Timok, Strimona, Serrhes hattı doğusuyla alâkalı, dînî esaslarda nüfus dağılımını mevzu edinen tebliğlerde; meselâ Müslüman sayısı on misli azaltılarak gösterilirken, Hrıstıyan sayısı on misli çoğaltılarak, gösterilse de, hakikatlerden bir şey değişmez. Bu hakikat 1970 yılında mevzuuyla alâkalı araştırmaları yaptığım esnada, buradaki kaynaklarda gösterilen eyaletlerde, halâ Müslüman nüfusun, Hrıstıyan nüfustan çok olmasıyla, doğrulanır. Yani 1970 lerde, bu Müslüman nüfus halâ çoğunluk ise, o zamanlar, yani soykırımlardan evvel, kim bilir, nekadar daha fazladır!
Zamanın şartlarında (Bulgaristan 1970) ulaşabildiğim kaynaklar Bulgarslavı devleti tarafından tasvip edilen ve seçilerek, neşredilen kaynaklardır. Yani o zaman içinde, Bulgarslavı devleti tarafından seçilmeyen kaynaklara benim gibi bir araştırmacının ulaşma imkânları yoktur. Bu kaynaklara göre Eyaletlerde Müslüman ve Hrıstıyan nüfus dağılımı şöyledir:

SANCAKLAR      MÜSLÜMAN HANE          HRISTIYAN HANE.
Tolbuhin                                   13040                               3381
Silistre                                       21009                               11982
Varna                                         8002                                 5170
Şumnu                                       28205                               10467
Irazgat                                      42354                               15378
Rusçuk                                      12156                               12003
Hasköy                                      21681                               13361
Kırcali                                        10303                               102
Paşmaklı                                    5821                                  4512

(Samo A., Die Völker des Osmanischen Reiches. Wien 1870. s:28.; Hochstetter F., Reise durch Rumelien im Sommer 1869. Wien 1871. Bd XIII.s:76-77. Bulgarslavı İlimler Akademisinin neşrettiği şu kitaptan naklen : Sbornik Na Bılgarskata Akademiya Na Naukite. Kniga-IV. Klon İstoriko Filologiçen. Sofiya 1915. s:148, 372).
Tuna nehrinden, yani kuzeyden – güneye doğru saymış olduğumuz illeri, tamamlamak için; 1828-1829 Osmanlı-Rus Muharebesine subay olarak iştirak eden ve Rus Ordusuyla Edirneye kadar gelen Aleksandır Dyugamelin tebliğinden veriler vereceğiz. Aleksandır Dyugamel rastgele bir subay değildir. O, Mısırda, Rusyanın Baş Konsolosluğunu yapmış (1832-1835); Eflâk, Boğdanda diplomasi memuriyetinde bulunmuş, Osmanlı ile alâkalı hadiselerin göbeğinde yer almış Rus memurudur. Onun raporları, tebliğlere çevrilerek, Timok, Strimona, Serrhes hattı doğusunda, Hrıstıyan devleti kurulması için kamuoyu oluşturma maksadıyla, okuyucuya sunulurlar. İşte Aleksandır Dyugamelin, bu günkü Doğu Bulgaristanın güneyi hakkında verileri:

Aytos 30 Müslüman hanesine karşı 1 Hrıstıyan hanesi
Ruskasrığı 1 Müslüman hanesine karşı 2 Hrıstıyan hanesi
Karınabat 1 Müslüman hanesine karşı 1 Hrıstıyan hanesi
İslimiye 1 Müslüman hanesine karşı 1 Hrıstıyan hanesi

(Dyugamel A., Statistiçeskiye Tablitsıy Severnoy Rumelii. Slavyansko Vozrojdeniye mecmuası. Moskva 1944. s: 162-200)
Burada “hane” gösterilmesiyle yapılan nüfus belirlemelerde, Müslüman haneleri az, Hrıstıyan haneleri çok gösterilmekle beraber; hane üyeleri sayıları da, belirtilmemektedirler. Ananevi olarak, o zamanın hükmünde her Müslüman ailesi, en azından yedi çocuğa sahip iken, Hrıstıyan aileler, yine ananevi olarak üç çocuktan yukarıya çıkmamaktadırlar. Bu çeşit eksikliklerin yanı sıra sunulan bu tebliğlerde Hrıstıyan nüfusun Türk (Bulgar, Gagavuz) olup olmadığı belirtilmez iken, Hrıstıyan aile eğer Bulgarslavı ise, buraya nereden geldiği de, belirtilmemektedir. Daha evvel belirttiğimiz gibi, buralarda yerli yani oktokton Türke yabancı unsurun bulunması, mümkün değildir.

Buraya Bulgarslavları; Timok, Strimona, Serrhes hattı batısından, çeşitli sebeplerle gelmişlerdir. Daha sonraları yeni kurulan Grek devletince veya konsoloslarca, Rus ajanlarınca, Grek hudutlarından, Rusyaya göçe teşvik edilmişlerdir. Selânik bölgesinden Rusyaya giden göç kafilelerinin, Timok, Strimona, Serrhes hattı doğusunda, Osmanlı Devleti tarafından durdurularak, buralara yerleştirildikleri bir gerçektir. O zamanlar cereyan eden bu hadiseler hakkında, çok sayıda Padişah Fermanı vardır.

Bulgarslavlarının buralara ayrıca muharebeler esnasında geldikleri, sonra Rus kuvvetlerinin buralardan çekilmeleriyle bir kısmının geldikleri yerlerde kaldıkları, bir kısmının da, Rus ordularıyla beraber götürülerek, Besarabya ve Kırıma yerleştirildikleri, ayrı bir gerçektir. Ancak bütün bu olanlardan ne Dyugamel ne de nüfus hakkında bilgi verenlerden diğerleri, bahsetmektedirler.

Rusyanın plânlarına göre, yürüttüğü muharebelerden evvel ve sonra; Kırıma, Kuzeykaradeniz Havzasına; yerleştirmek için teşvik ettiği Bulgarslavı göçlerini; Osmanlı Devleti, kendi imkânları dâhilinde her zaman engeller ve onları Osmanlı topraklarında kalmaları için, ikna etmeğe uğraşır. Osmanlı Devleti, bunlardan alacağı vergilerden dolayı, bu tarzda davranır. Osmanlı Devleti alıkoyduğu bu Bulgarslavı göç kafilelerine, istedikleri yerlerde, istedikleri kadar toprak verir. Onlar da buna ihanetle cevap verirler. Meselâ Filibe sancağına sadece 40-50 yıl evvel yerleştirilen Panagyurişte ve Batak Bulgarslavları, 1876 yılında Okçular (Strelça) yöresinde Türkleri katledip, Batak faciasına, ardından da 1877 – 1878 Osmanlı – Rus harbinin çıkmasına sebep gösterilirler.

Dr. Ahmet TACEMEN
Müellifin “Bulgartürkleri Gizli Tarhi.1878-1990” adlı kitabından. (Adana 1991).

One thought on “Dr. Ahmet Tacemen’den; Bulgar, Bulgartürkü, Bulgarslavı Etnonimleri ve Bulgarslavı Devletinin Kuruluşu Üzerine Etütler.

  • 27 Nisan 2012 tarihinde, saat 19:59
    Permalink

    bulgartürklü..deyil doktor beyi lüttfen kelimeyi düzeltinis..dorusu..BLGARİSTANDA YAŞAYAN TÜRKLER..sonuçta orası eski osmanlı toprakları..BEN BİZLERE BULGARTÜRKÜ KESİNLİKLE KABU,ÜL EDEMİYORUM lüttfen kelimeyi deyiştirin…..

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

CAPTCHA
Change the CAPTCHA codeSpeak the CAPTCHA code
 

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.